1969 yılındaki Woodstock festivali ’60’ların asi ruhunun zirveye ulaştığı noktaydı. 1970 yılı ise ’80’lerin neşeli ve bir o kadar da vurdumduymaz hayat stiline köprü oluşturan, fazlasıyla deneysel on yıla ilk adım oldu. Müzikseverler dönemin ikonik isimleri Jimi Hendrix ve Janis Joplin’e bu senede “Elveda” dedi. Müziğin gelmiş geçmiş en büyük grubu sayılan The Beatles, üyelerinin kendi solo çalışmalarına yönelmesi ile bu senede müzik sahnesinden son inişini yaptı. Tüm bunların olup bittiği bir döneme sizleri ışınlıyoruz. 1970 senesini iyi şekilde özetlediğine inandığımız on albümü sizler için listeledik.
Black Sabbath – Black Sabbath
1970 senesinin – hatta genel olarak 70’lerin – öne çıkan türlerinden biri de tabii ki rock müziğin daha sert türleriydi. İlk albümleri olmasının getirdiği açık bir bakış açısı ile Black Sabbath, albümü baştan uca canlı olarak kaydetti. Birkaç ufak nokta haricinde herhangi bir dokunuş olmaması albümün genel tınısını fazlasıyla çiğ bırakıyor. Grup üyelerinin başına gelen birtakım talihsizlikler is albümdeki şarkıların daha da sert ve gürültülü olmasına sebebiyet vermiş. Grubun başlangıç noktasındaki ilhamları ile birleşince ortaya çıkan albüm, heavy metal müziğin başlangıcı olarak bilinmekte.
Bridge Over Troubled Water – Simon & Garfunkel
1970 yılında folk müzik altın yılını yaşadı. Bunun en önemli sebeplerinden biri de bu albümün başarısı olsa gerek. Kendi türünün oldukça başarılı bir örneği olmasının yanı sıra farklı ülkelerden gelen esintiler ve gospel ilhamı ile folk müziğe yeni bir yorum da getirdi. Her ne kadar ticari başarısı karşısında gözden kaçsa da albümün politik duruşunun da başarısı üzerinde etkisi olduğu düşünülüyor. Amerika’nın politik ortamının kaosuna bir cevap niteliğindeki albümün ardından ikili Paul Simon and Art Garfunkel yollarını ayırmaya karar verdi. Bir grubun ayrılığı için kariyerlerinin zirvesinden daha iyi bir zamanlama olabilir mi?
Déjà vu – Crosby, Stills, Nash & Young
Sizleri son zamanlarda adını pek duymadığınız bir süper grubun ilk albümüne geri götürüyoruz. David Crosby, Stephen Stills, Graham Nash ve Neil Young’dan oluşan grup, folk müzik için dönüm noktası olan 1970 yılında solo çalışmalarını taçlandırdıkları bir yan çalışmaya hayat verdi. Albümün 1 numaraya yerleşmesi ve seneler sonra bile gelmiş geçmiş en iyi albümler arasında yer almasının sırrı, şarkılardaki her bir detayın üzerinde dikkatle düşünülmüş olması. Öyle ki – belirli bir kesim bu sayının abartılı olduğunu düşünüyor- Stills’e göre albümün kaydedilme süreci totalde 800 saat sürmüş.
Led Zeppelin III – Led Zeppelin
1970 yılının o dönemde en fazla beklenen ve ön satış rekorları kıran albümü. Her ne kadar ilk iki albümün ticari başarısını yakalayamasa da -Immigrant Song bir kenara- Led Zeppelin diskografisindeki en ikonik albümlerden biri III oldu. Grubun klasik heavy metal tınılarını dönemin yükselen folk akımı ile birleştirmesi, kimileri için hayal kırıklığı yaratsa da dönemin birçok genç müzisyeninin akustik gitara yönelmesine de sebep oldu. Bugün geriye dönüp baktığınızda III albümü, bütünde mükemmele yakın bir resim sunuyor bizlere.
Let It Be – The Beatles
’60’ların bitişinin beraberinde getirdiği en büyük hayal kırıklıklarından biri de tabii ki The Beatles’ın ayrılması oldu. Grubun üyeleri solo kariyerlerine doğru hızlı adımlarla koşarken müzikseverlerin de bu duruma ayak uydurması gerekiyordu. Let it Be ise grubun son uzunçaları olarak bu yeni dönemin açılışını yapıyor. The Beatles diskografisinin zayıf bir parçası olarak görülse dahi bunca sene sonra geriye dönüp baktığınızda efsane grubun imza tınılarını son kez duymanın beraberinde getirdiği duygunun eşi benzeri yok.
Lola Versus Powerman and the Moneygoround, Part One – The Kinks
1970 yılında birçok ikonik müzisyen veya grup, zamanında değeri bilinmemiş albümler yayınladı ya da dinleyicisini hayal kırıklığına uğratarak herkesi şaşırttı. The Kinks ise – tıpkı The Doors gibi- o sene düşüşünü tersine çevirerek hızlı bir geri dönüş yaptı. 8. albüm – kısaca Lola – tematik bir albüm olarak dönemin müzik sahnesine ayna tutuyor. Şarkı yazımından plak şirketlerine uzanan alaylı eleştirileri ile ortalığı biraz karıştırsa da 2020 yılında bile hikayenin bize tanıdık gelmesi albümün zamansızlığının en büyük göstergesi.
The Man Who Sold the World – David Bowie
David Bowie’nin bizim ile 1970 yılında paylaştığı bu albümden hiçbir tekli yayınlanmadı. Bowie, The Man Who Sold The World ile her zamanki deneysel tarzında dönemin yükselişte olan heavy metal müziğine selam çakıyor. Diskografisine bakıldığında Bowie’nin bu albümü için bir başarısızlıktan ziyade zamanında değeri yeterince anlaşılamamış maceralardan biri diyebiliriz. Dönemin heavy metal albümlerinin arasında biraz geride kaldığını bile söyleyebiliriz. Neyse ki Kurt Cobain’in MTV Unplugged performansı ile albüm 90’larda yeniden gündeme geldi, bir nesil daha bu albüme aşina oldu.
McCartney – Paul McCartney
Her ne kadar üyeleri daha önce çoktan solo çalışmalar yayınlamış olsalar da Paul McCartney’nin ilk albümü The Beatles ayrılığının resmi başlangıcı olarak kabul edilir. 1970’de George Harrison ve John Lennon da yine aynı şekilde solo çalışmalar yayınladı. McCartney’nin biraz çiğ diyebileceğimiz albümünün yanında çok daha iyi işler olduğunu da söyleyebiliriz. İlk solo çalışmada McCartney, The Beatles ayrılığının depresyonunu yaşıyor ve albümdeki acemilik de aslında diğer üyeler olmadan ayakta kalma mücadelesini gösteriyor. Buna rağmen Beatles üyelerinin çalışmaları içerisinde bu albümün ikonik bir yere sahip olması ise fazlasıyla ironik.
Morrison Hotel – The Doors
60’ların ikonik gruplarından The Doors da 60’ların sonuna gelindiğinde The Soft Parade albümleri ile büyük bir bozgun yaşıyordu. Üstelik Jim Morrison’ın başı yaptıkları yüzünden fazlasıyla beladaydı ve grubun itibarının sallantıda olduğu dönemlerdi. 70’leri selamladıkları Morrison Hotel ise onların geri dönüşlerinin habercisi oldu. Kimileri tarafından en iyi The Doors albümü olarak da anılsa da Morrison Hotel grubun ikonik şarkılarına ev sahipliği yapmıyor maalesef. Ancak bütününe baktığınızda Jim Morrison ve ekibi ile ilgili sevdiğiniz her şeyi bu albüm ile en mükemmel biçimde kucaklayabilirsiniz.
Sweet Baby James – James Taylor
1970 senesi folk müzik için dönüm noktalarından biri olarak bilinmekte. Her ne kadar günümüzde çok fazla ismen hatırlanmıyor olsa da James Taylor’ın ikinci stüdyo albümü şarkıcı-söz yazarı akımınına bir zemin oluşturması ile biliniyor. Albümün en güzel yanı da folk ile blues müziği tam ortada noktada buluşturmayı başarması. James Taylor, Birleşik Devletler’in kaotik politikasının olduğu bu dönemde kendi iç çalkantıları, bağımlılığı ve ilk albümünün başarısızlığı ile bilinen bir müzisyendi. Ancak kendisinin ve ülkesinin tam da ihtiyacının olduğu bir albümle 1970 senesine damga vurdu.