1971’den 10 Albüm

Zaman Makinası|

Tarihler 1971 yılını gösterdiğinde bir yandan Vietnam Savaşı devam ederken bir yandan da Apollo 14 misyonuyla insanoğlu Ay’a üçüncü kez ayak basıyordu. 1960’ların son döneminde yükselen umutlar biraz sönmüş olsa da müzik açısından oldukça verimli bir yıldı. The Doors’un son albümünü yayımladıktan kısa süre sonra aramızdan ayrılan Jim Morrison, imza şarkısı Imagine’ı yazan John Lennon ve Deep Purple’ın Smoke on the Water şarkısına konu olan Montreux Casino’daki yangını atlatan Frank Zappa, bu yılın kahramanlarından sadece üçüydü. Üzerinden elli yıl geçse de daha nice elli yıllar göreceğine inandığımız on albümü inceliyoruz.

Blue – Joni Mitchell

Joni Mitchell, 1971’de dördündü albümü Blue’yu yayımladığında erkeklerin domine ettiği müzik piyasasında saf yeteneği, azmi ve yaratıcılığıyla öne çıkmayı başaran nadir kadın sanatçılardan biri olarak önemli bir konumdaydı. Hâlâ bu yerini koruduğunu söyleyebiliriz, zira geçtiğimiz yıl Rolling Stone dergisinin güncellediği “Tüm Zamanların En İyi 500 Albümü” listesinde daha önce hiçbir kadın sanatçının erişemediği üçüncü sıraya oturdu. Kendisi gibi folk rock tavrına şekil vermiş üç erkek müzisyen Graham Nash, James Taylor ve Leonard Cohen ile ilişkilerinin en hassas anlarını River, A Case of You ve California ve gibi şarkılarda kendine özgü vokaliyle birlikte sadece piyano, gitar ve Appalachian dulcimer enstrümanlarını kullanarak aktardığı bu albümü ilk dinlediğinde Kris Kristofferson şu tepkiyi vermiş: “Joni! Kendine de bir şeyler sakla!” Mitchell’ın yıllar içinde dinleyicilerle oluşturduğu o özel bağda bu açık yürekliliğin çok etkisi var.

Hunky Dory – David Bowie

David Bowie, dördüncü uzunçaları Honky Dory’i kaydederken gitar yerine piyanoyu merkeze almayı tercih etti. Çocukluğunda Shrek 2 izleyen bir neslin filmdeki Butterfly Boucher coverıyla yeniden keşfettiği Changes, Bowie’yi Bowie yapan şarkılardan Life On Mars? ve ABD turnesinden gelen ilhamla kendi gibi üç ikon arkadaşı Andy Warhol, Bob Dylan ve Lou Reed’e ithaf ettiği Andy Warhol, Songs for Bob Dylan ve Queen Bitch şarkılarını barındıran albüm, Ziggy Stardust öncesi Bowie’nin kariyerindeki bir dönüm noktası. Hunky Dory şarkılarında çalınan piyanonun The Beatles’ın Hey Jude’unda ve Queen’in Bohemian Rhapsody’sinde de çalındığını düşünürsek o piyanoyu rahatlıkla sihirli ilan edebiliriz.  

Imagine – John Lennon

John Lennon’ın albümle aynı isimli imza şarkısı Imagine’i hayatımız boyunca yüzlerce kez duymuş olsak da mesajını hâlâ koruduğunu ve etkisini sürdürdüğünü inkâr edemeyiz. Londra ve New York’ta kaydettiği ikinci solo albümünde George Harrison, Klaus Voorman ve Phil Spector gibi isimlerin katkısıyla büyük bir başarı elde etti Lennon. Yeri geldi How Do You Sleep? şarkısında Paul McCartney’e kızdı, yeri geldi Oh My Love’da biricik aşkı Yoko Ono’ya kim bilir kaçıncı kez sevgisini ilân etti. Ama belki de kendini en çok “Nasıl sevgi verebilirim / Sevgi hiç sahip olmadığım bir şeyken?” diye sorguladığı How? şarkısında açtı ve binlerce hayranın kendini onla özdeşleştirmesini sağladı.

L.A. Woman – The Doors

Jim Morrison’ın ölümünden önce kaydettiği son şarkıları barındıran L.A. Woman, The Doors’un kökenleri olan blues sounduna geri döndükleri için sevindiren bir albüm. Morrison’ın vokallerini banyoda kaydettiği, grubu motive etmek için Elvis Presley’nin müzisyenlerinin stüdyoya getirildiği ve prodüktörleri Paul A. Rothchild’ın kayıtlar sırasında çıkıp gittiği çılgın bir kayıt sürecine sahip olsa da sonuç fazlasıyla başarılıydı. Jim Morrison’ın yaratıcı ve değişken sözleri ve vokalinin yanı sıra her bir grup üyesinin enerjisinin ayrı ayrı hissedildiği zamansız şarkılardı bunlar. Geçişleriyle ve hiç bitmeyen dinamizmiyle L.A. Woman, sakin ve hüzünlü Hyacinth House, eğlenceli Love Her Madly ve hem albüme hem de The Doors’a son noktayı koyan, yağmurlu günlerin şarkısı Riders on the Storm… Morrison zirvede bırakıp gitmişti.

Led Zeppelin IV – Led Zeppelin

1971’de dünyanın tepesinde bir rock grubu varsa şüphesiz Led Zeppelin’di. Henüz üç yıllık bir grup olmalarına rağmen kendilerini fazlasıyla kanıtlamışlardı ve dünyaya saf, doğal, samimi ve romantik bir rock & roll yapılabileceğini göstermişlerdi. ABD’yi fethetme serüvenleri otel odalarından aşağı atılan televizyonlar, her çeşit maddenin tüketildiği çılgın partiler ve sayısız groupie’lerle anılsa da buzdağının görünmeyen kısmı olan stüdyoya girdiklerinde en ciddi, titiz ve yetenekli hâllerine bürünüveriyorlardı. Grubun dört üyesi de masaya bir şeyler getiriyordu ve ortaya blues’dan folk’a uzanan, yer yer metal tavrının işaretlerini veren biricik bir sound çıkıyordu. İşte Led Zeppelin IV de bu soundun en bariz şekilde hissedildiği bir albüm. Artık tanımlamalar yapmaya gerek bile olmayan Stairway to Heaven efsanesinin dışında Orta Dünya’ya götüren The Battle of Evermore, ismini gerçek anlamda yaşatan Rock and Roll ve o yıllarda saçında çiçeklerle bir hippie olma isteği uyandıran akustik harikası Going to California’yı da unutmamak lazım.

Meddle – Pink Floyd

Pink Floyd’un belki de en değer görmeyen albümü Meddle, pek çok kişi tarafından da “ilk gerçek Pink Floyd albümü” ve “Dark Side of the Moon’un habercisi” olarak tanımlanıyor. Bunlarda haklılık payı var. Grubun Syd Barrett’ın ayrılığından iyice sıyrılıp sonraki yıllarda devam ettireceği o saykodelik etkili progresif soundu yakaladığı ilk albüm Meddle olabilir. Bu albümden sonra artık grubun kayıt süreçleri daha da uzun sürecek, Roger Waters’ın şarkı sözleri iyice öne çıkacaktı. Meddle ikinci yüzünün tamamını kaplayan yirmi üç dakikalık müzikal şölen Echoes’u barındırdığı için de grubun tarihinde önemli bir yerde duruyor. Dinleyiciyi içine çekerek bir nevi transa geçiren bu büyülü şarkı, grubun 1972 tarihli efsanevi Live at Pompeii performansında da bir başka tınlıyor.

Ram – Paul & Linda McCartney

The Beatles’ın dağılmasının ardından boşluğa düşen Paul McCartney, 1970’te yayımladığı ilk solo albümü McCartney ile kendini keşfetmeye başlamıştı. Bir yıl sonra eşi Linda McCartney’i de resmen müzik partneri olarak yanına aldı ve buram buram İngiliz kırsalı kokan, yer yer romantik yer yer çılgın Ram albümünü kaydetti. Albümde John Lennon’a dokundurmalarda bulunan Too Many People ve Dear Boy’un yanı sıra Long Haired Lady ve The Back Seat Of My Car gibi klasik McCartney romantizminden nasibini almış şarkılar öne çıkıyor. Ram On ise insanda ukelele çalma isteği uyandırıp başka âlemlere götüren küçük ve gizli bir mücevher. İlk çıktığı zaman hak ettiği değeri görmeyen albümün yıllar sonra kült statüsüne ulaştığını Paul McCartney’nin torunlarından biri albümü methedince fark etmiş olduğunu not düşelim.

Sticky Fingers – The Rolling Stones

Muzip cinsel göndermeler, hipnotize edici riffler ve bolca rock ‘n’ roll… The Rolling Stones’u The Rolling Stones yapan tüm malzemeler var grubun dokuzuncu uzunçaları Sticky Fingers’da. Albüm sadece Andy Warhol’un tasarladığı ikonik kapağıyla bile fenomen olabilir. Ancak içinde barındırdığı şarkıların ruhu ve özgünlüğü, 1971’de neredeyse on yıldır müzik sahnesinin tepesinde olan The Rolling Stones’un olgunluğa ulaşmış olduğunu işaret ediyordu. Brown Sugar, Wild Horses ve Sister Morphine gibi hitlerin yanı sıra grubun başyapıtlarından biri Can’t You Hear Me Knockin’ kesinlikle albümün yıldızı. Gruba yeni katılmış taze kan Mick Taylor’ın uzattıkça uzattığı leziz doğaçlama gitar solosunun, grubun gayrı resmi üyesi Bobby Keys’in saksafonuyla ve Rocky Dijon’un kongalarıyla birleşmesiyle ortaya çıkan blues ve Latin etkili mükemmel bir rock & roll şarkısı.

What’s Going On – Marvin Gaye

Motown sound’unu şekillendiren efsanevi soul şarkıcısı Marvin Gaye’in on birinci uzunçaları What’s Goin On yayımlandığı anda büyük başarı elde etti. Vietnam’dan evine döndüğünde tanık olduğu nefret, acı ve adaletsizliği anlatan bir savaş gazisinin bakış açısından dinlediğimiz What’s Going On bu açıdan tam bir konsept albüm. Gaye bu albümde aynı zamanda uyuşturucu kullanımı, yoksulluk, ırkçılık, Vietnam Savaşı ve hatta Mercy Mercy Me’de çok öngörülü bir şekilde ekoloji gibi temaların üstünde duruyor. Soul müziğin mükemmel bir örneği olmasının yanı sıra değindiği bu sosyal konulardan dolayı sadece soul değil genel müzik tarihinde çok önemli bir yere sahip What’s Going On. Öyle ki Rolling Stone’un “Tüm Zamanların En İyi 500 Albümü” listesinin 2020’de güncellenmiş versiyonunda oylama sonucunda The Beatles’ın Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band albümünü zirveden indirip birinci sıraya oturmuş.

Who’s Next – The Who

İngiltere’nin rock müzik tarihine hediye ettiği sayısız gruplardan The Who’nun beşinci albümü Who’s Next aslında bir konsept albüm olacaktı. Ancak bir önceki albümleri rock opera şaheseri Tommy’nin izinden gitmekten vazgeçtiler ve çok sağlam bir hard rock uzunçalarıyla hayranların karşısına çıktılar. Won’t Get Fooled Again ve Baba O’Riley gibi artık klasikleşmiş şarkılarında synthesizer kullanarak yenilikler deneyen, bir neslin Limp Bizkit cover’ıyla tanıdığı Behind Blue Eyes ile hüzünlendiren The Who’nun kariyerindeki en başarılı albüm olarak kabul edilebilir Who’s Next. Bir monolit etrafına toplanmış grup üyelerini gösteren ve Ethan Russell tarafından çekilen kapak fotoğrafı ise Stanley Kubrick’in 2001: A Space Odyssey filmine gönderme yapar.

Comments are closed.