Rock müziğin progresif, hard ve glam gibi kategorilere ayrılmaya başladığı, heavy metal’in tohumlarının atıldığı, soul müziğin güçlenerek listeleri domine ettiği ve Jamaika’dan gelen reggae tınılarının popülerleştiği renkli ve hareketli bir yıldı 1973. Özellikle 1960’larda başladıkları kariyerlerinin olgunluk dönemine gelen isimlerin en verimli ve etkili çalışmalarını ortaya koyduğu bir dönemdi. Ellinci yılını kutlayan bu çalışmalardan on tanesini inceliyoruz.
Aladdin Sane – David Bowie
The Rise and Fall of Ziggy Stardust and the Spiders from Mars’ın başarısıyla çıktığı Amerika Birleşik Devletleri turnesinde fazlasıyla yorulan ve bunalan yirmi beş yaşındaki Bowie’nin konserler arasında yazıp hızlıca kaydettiği Aladdin Sane en az bir önceki albüm kadar efsanevi. Yarattığı Ziggy Stardust karakterinin Birleşik Devletler etkisi altında kalmış versiyonu olarak tanımladığı Aladdin Sane, aslında “A Lad Insane” (deli bir adam) ifadesi üzerinden türetilmiş bir kelime oyunu. Albüm boyunca caz, blues ve The Rolling Stones etkisindeki şarkılara Mike Garson’ın deneysel piyanosu eşlik ediyor. Fransız yazar Jean Genet’e gönderme yapan ismiyle bir blues rock klasiği The Jean Genie ve Bowie’nin en şehvetli ve yumuşak şarkılarından Lady Grinning Soul bu albümün yıldızları. Aladdin Sane aynı zamanda tüm zamanların en ikonik kapaklarından birine sahip. Bowie’yi yüzünde bir şimşekle gördüğümüz o fotoğraf Brian Duffy tarafından çekilmiş. Bölünmüş kişiliklerini ve şöhretin ruhunda yarattığı çatlakları simgeleyişiyle Bowie’nin kendini hep yeniden yaratan bir rock tanrısı olduğunu kanıtlar nitelikte.
Band On The Run – Paul McCartney and the Wings
The Beatles’ın ardından öne solo, sonra eşi Linda McCartney ile, en son da 1971’de kurduğu grubu Wings ile kendi ayakları üzerinde durmaya çalıştı Paul McCartney. 1973’e kadar başta ilk solo albümü McCartney I olmak üzere güzel yapıtlar ortaya koysa da büyük patlaması Band On The Run ile oldu. Değişiklik olsun diye albümü Nijerya’daki EMI stüdyolarında kaydeden grubun başına tehdit ve soygun gibi olaylar gelse de kayıtları tamamlayıp sağ salim İngiltere’ye döndüler. Üç ayrı şarkıyı içinde barındıran Band On The Run ile başlayıp sonsuza kadar çalacakmış hissi veren Nineteen Hundred Eighty Five ile kapanan albüm, hayranlardan ve eleştirmenlerden tam not aldı. Blues etkili Let Me Roll It, Cream’in davulcusu Ginger Baker’ın Nijerya’daki stüdyosunda kaydedilen Picasso’s Last Words (Drink To Me) ve romantik Bluebird gibi şarkılar arasında geçiş yaparken McCartney’nin istediği herhangi bir tarzda herhangi bir müzik aletiyle harikalar yaratabildiğine bir kez daha tanık olabiliriz.
Burnin’ – The Wailers
Reggae müziğinin babaları The Wailers, 1963’te Bob Marley, Peter Tosh ve Bunny Wailer tarafından kurulmuştu. Grup bundan tam on yıl sonra altıncı albümleri Burnin’ ile gelmiş geçmiş en iyi protest şarkılarından Get Up, Stand Up ve daha sonra Eric Clapton’ın da yorumlayacağı I Shot The Sheriff gibi klasikleri dinleyicilerle buluşturdu. Jamaika’da kaydedilen albümün ardından grup üyeleri dağılıp solo kariyerlerine odaklandı. Bob Marley, yeni müzisyenlerden oluşturduğu Bob Marley and the Wailers isimli grubuyla çalışmalarını 1981’deki erken ölümüne kadar sürdürdü. Reggae müziğinin tüm dünyaya yayılmasına katkıda bulunan değerli albümlerden biri olan Burnin’deki şarkılar hep konser repertuarında kaldı.
The Dark Side of the Moon – Pink Floyd
Pink Floyd’un sekizinci uzunçaları The Dark Side of the Moon prizmalı albüm kapağıyla ve progresif rock’ın köşetaşı haline gelen her bir şarkısıyla efsaneleşerek tüm zamanların en iyi albümleri arasında daimî bir yere sahip. Grubun 1968’de ayrılıp kayıplara karışan eski üyesi Syd Barrett’ın hayaletinin hissedildiği albüm zaman, ölüm ve ruh sağlığı temaları etrafında dolanır. Abbey Road Stüdyoları’nda kaydedilen ve meşhur ses mühendisi Alan Parsons’la birlikte deneyselliğin dibine vurdukları, birbiriyle iç içe geçen, karanlıktan aydınlığa çıkaran ve sonra tekrar karanlığa sürükleyen şarkıların arasından favori seçmek çok zor. Time, Money, Brain Damage ve Breathe (In The Air)’in yanı sıra Clare Torry’nin hisli vokallerinin başrolde olduğu ve şu sıralar TikTok’un Pink Floyd tarafında kendinizi bulursanız karşınıza sık sık çıkabilecek The Great Gig in the Sky akla ilk gelenler. Şüphesiz The Dark Side of the Moon, Pink Floyd’u efsane mertebesine çıkaran albümdür.
Goodbye Yellow Brick Road – Elton John
5 Ekim 1973’te on yedi şarkılık bir çift albüm olarak raflarda yerini alan Goodbye Yellow Brick Road, Elton John’un en iyi çalışması olarak tanımlanır. Albümle aynı ismi taşıyan şarkının etkileyiciliğini ve büyüklüğünü tartışmaya zaten gerek yok. Onun yanı sıra Bennie and The Jets, Candle In The Wind ve Saturday Night’s Alright (For Fighting) gibi hitler de yıllar boyunca John’la özdeşleşen parçalar oldu. Albümün progresif rock sularında gezen açılış şarkısı Funeral for A Friend / Love Lies Bleeding ise sanatçının en sevilen canlı performanslarından biri haline geldi. Goodbye Yellow Brick Road, Elton John’un önceki uzunçalarları Honky Château ve Don’t Shoot Me I’m Only the Piano Player gibi Fransa’da Château d’Hérouville’de kaydedildi. Bernie Taupin’in nostaljik ve hisli sözleriyle Elton John’un dokunaklı ve yenilikçi bestelerinin mükemmel birleşiminin en güzel meyvelerinden biri diyebiliriz.
Houses of the Holy – Led Zeppelin
Sadece 1970’lerin değil, tüm zamanların en iyi müzik gruplarından Led Zeppelin, 1973’te tam da kariyerlerinin ortasında beşinci albümleri Houses of the Holy’i yayımladı. Stairway to Heaven gibi bir şaheseri barındıran bir önceki albümleri Led Zeppelin IV’ün onları tanrı mertebesine yükselttiğini düşünürsek artık kendilerini kanıtlama derdi olmayan ve istedikleri her şeyi elde edebilen bir grup vardı karşımızda. Elbette üretip yaratıcılıklarını sergilemeye devam edeceklerdi ve bunu Houses of the Holy ile çok da eğlenerek yaptılar. Funk ve reggae’nin etkisine girdikleri albümde hayranları bambaşka bir yolculuğa çıkardılar. En duygusal balatlarından The Rain Song, James Brown etkili The Crunge, grubun turne repertuarındaki sabit şarkılardan karanlık No Quarter ve “Led Zeppelin reggae yaparsa nasıl olur?” sorusunun yanıtı D’yer Maker bu albümdeydi.
Innervisions – Stevie Wonder
Dünyanın en üretken müzisyenlerinden Stevie Wonder’ın on altıncı albümü Innervisions yayımlandığında Wonder henüz yirmi üç yaşındaydı. Küçük yaştan itibaren piyasada olan sanatçının yetişkin dönemine adım attığı albümdü Innervisions. Albümdeki tüm şarkıları bizzat kendisi yazan, düzenleyen ve enstrümanların neredeyse hepsini çalan Wonder, funk ve caz esintileriyle sofistike bir sound elde ederek soul müziğin geleceğini etkileyen bir eser yarattı. Higher Ground ve Don’t You Worry ‘Bout A Thing gibi hitler bu albümde yer aldı. O yılın en iyi R&B şarkısı kategorisinde Grammy kazanan Living for the City, açık açık ırkçılık sorunlarına değinen ilk soul şarkılarından biriydi. Hem Stevie Wonder’ın kariyerinde hem de popüler müzik külliyatında önemli bir yere sahip olan Innervisions hala çok taze tınlıyor.
Let’s Get It On – Marvin Gaye
Bir müzik eleştirmeninin “şimdiye kadar kaydedilmiş en cinsel içerikli albümlerden biri” olarak tanımladığı Let’s Get It On ile Marvin Gaye, erotik sözlerle daha ağır tempolu soul ve funk yaparak R&B’yi yeniden şekillendirdi. Bir önceki albümü What’s Going On’un başarısını takip eden Let’s Get It On’da öncekinin aksine toplumsal içerikli sözler yerine şarkıcının kişisel his ve deneyimlerinden yola çıkarak odaklandığı cinsellik, romans ve ruhani iyileşme temaları ön plandaydı. Yıllarca babasının tacizine maruz kalan Gaye’in geçmişinin etkilediği ruh halini ve 1960’ların sonunda ateşlenen cinsel devrimi göz önünde bulundurursak neden bu konulara eğildiğini daha iyi anlayabiliriz. Ve tabii kendisine kulak vererek: “Rıza veren kişiler arasında gerçekleşen sekste yanlış bir şey göremiyorum. Bence bunu çok abartıyoruz. Aşırı ahlaki felsefelere inanmıyorum. Seks yapın, şanslıysanız heyecan verici olabilir. Umarım burada sunacağım müzik sizi şanslı kılar.”
Living in the Material World – George Harrison
The Beatles’ın dağılmasının üstünden üç yıl geçmişti grubun gitaristi George Harrison dördüncü albümü Living in the Material World’ü yayımladığında. Bangladeş Kurtuluş Savaşı’na destek olmak için 1971’de New York Madison Square Garden’da organize ettiği konserin ardından Harrison yeni albüm çalışmalarına bir süre ara verdi. Çeşitli müzisyenlere prodüktörlük yaptıktan ve günlerce Hare Krishna mantraları söylediği bir Avrupa tatiline çıktıktan sonra Londra’da stüdyoya geri döndü. “Bir daha kimsenin beni duymaması umurumda bile olmaz. Sadece çalmak, kayıtlar yapmak ve müzikal fikirler üzerinde çalışmak istiyorum.” diyen gitarist, en az 1970 çıkışlı üç plaklık başyapıtı All Thing Must Pass kalitesinde şarkılar yazdı. Hint felsefesine olan bağlılığını hissettiren Give Me Love (Give Me Peace On Earth), The Beatles’ın asistanı ve Harrison’ın arkadaşı Chris O’Dell’i Los Angeles’taki evinde beklerken yazdığı neşeli Miss O’Dell ve eski grup arkadaşlarıyla yaşadığı tatsız dava süreçlerine atıfta bulunduğu Sue Me, Sue You Blues gibi şarkıları barındıran albüm, yıllar sonra Martin Scorsese’nin Harrison’ın hayatına odaklandığı belgesele de adını verecekti.
Queen – Queen
Queen’in müzik sahnesine giriş yaptığı ilk albümü yayımlandığında grup birkaç yıldır Londra’da çeşitli yerlerde sahneye çıkıyordu. Hard rock, progresif rock ve heavy metal karışımı bir müzik yapan grup, ilk şarkılarını istedikleri gibi kaydetmek için çok uğraştı. Ünlü Trident Stüdyoları onlara sadece stüdyonun aktif olmadığı akşam saatlerinde kayıt izni vermişti ve istedikleri verimi alamıyorlardı. Sonunda kayıt sürecini tamamladılar ve Temmuz 1973’te albüm raflarda yerini aldı. Roger Taylor imzalı Modern Times Rock ‘n’ Roll dışında albümdeki şarkıların hepsini Freddie Mercury ve Brian May yazmıştı. Grup, albümdeki folklor ve mistik içerikli şarkı sözleri ve ağır gitar riffleriyle Led Zeppelin’le kıyaslandı. Enerjik Keep Yourself Alive, yıllarca tüm zamanların en iyi gitar şarkıları arasında gösterildi. Queen, grubun en iyi albümü olmasa da oldukça başarılı bir ilk albümdü ve grubun bu albümün vaat ettiği başarının çok daha üstüne çıkacağını o günlerde kimse bilmiyordu. Bu daha başlangıçtı.