1979’dan 10 albüm

Zaman Makinası|

1979. Üzerinden tam kırk yıl geçtiğine inanmak zor, değil mi? Ama biz bu gerçekle çoktan yüzleştik. 1979 Michael Jackson’ın ilk büyük ayak izine tanıklık etti. Pink Floyd irtifa kaybetmeye başlamadan önceki son majör yükselişiyle tarihe geçtiğinin farkındaydı. Peki ya Joy Division? Ian Curtis içimizi yakıp gitmeden önce öyle cümleler kurdu ki bugün bile yanımızda. Her hücresi acıyla kaplı yirmi üç yaşındaki o çocuk burada. 1979’u sadece bu isimlerle sınırlamak zor. Aslında yılı özetlemek için on albüm bile yeterli değil ama en azından deneyelim istedik.

Back to the Egg – Wings

Bundan birkaç ay önce izlediğim bir röportajında bizzat Paul McCartney’nin ağzından “Wings berbattı” cümlesini duymuş olsam da bu listede Back to the Egg albümü yer alıyor. Çünkü Wings’i şimdiden bakıp değerlendirmiyorum. The Beatles sonrasında, solo kariyerine giriş kısmında bocalayan McCartney’nin eşi Linda ile başlattığı bu proje başarılı işlere imza attı kuşkusuz. Paul’un solo kariyeri de tıpkı Beatles külliyatı gibi Wings’i ezdi geçti ama geriye hoş bir seda kaldı. Bu onların perdeyi kapattığı albümdü. Artık ’80’ler gelmek üzere. Başka hikayeler gerekecek.

[spotifyplaybutton play=”https://open.spotify.com/track/3NiYvMjp5A3FZmP3dojS8k?si=r8LghrXtSUqMIAwoacyQxA”/]

Highway to Hell – AC / DC

Henüz ölü bir solisti yok grubun. Herkes hayatta. Planlar Avustralya’dan Birleşik Amerika’ya kalıcı bir yolculuk yapmak. İlk yolculuğu çoktan başardılar ama henüz kalıcı değiller. Highway to Hell onların kurucu kadroyla imza attıkları son albüm oldu. Bon Scott’ın muhteşem vokallerini Young kardeşlerin sıra dışı sound keşfiyle birleştirin ve bu formülün tadını çıkarın. Hayır! 1980’de Bon Scott ölünce dağılmayacak AC/DC. Brian Johnson mikrofonu devralacak ve ekip daha önce hiç olmadığı kadar yol alacak. Highway to Hell’in ise bambaşka enerjisi var. Rock & roll bu değilse ne? Gerçekten soruyorum sana.

[spotifyplaybutton play=”https://open.spotify.com/track/2zYzyRzz6pRmhPzyfMEC8s?si=2pJkKYemTHGCI4PNZy_xRQ”/]

In Through the Out Door – Led Zeppelin

Onların beklenmedik vedasını yapıyor In Through the Out Door. O kadar beklenmedik ki henüz bu vedadan Led Zeppelin’in dahi haberi yok. Stockholm’de bulunan stüdyoda üç haftalık periyotta kaydedilen albüm onların başyapıtı değil. In Through the Out Door kapsamında aceleci sound yapısını, doğruyu aramak için gerektiği kadar zaman ayrılmayışını eleştirebiliriz. Ama ne de olsa bir Led Zeppelin albümünden söz ediyoruz.  1982 çıkışlı Coda’yı bir kenara ayırın. Onların finali budur. Çünkü 1980’de hayatını kaybetti baterist John Bonham. Toplam yedi şarkılık bu kayıt aradan geçen uzun zamana karşın dinleyicisine mesajlarını iletiyor.

[spotifyplaybutton play=”https://open.spotify.com/track/5OGPjlTOXvKFhnCy9zSdpv?si=EcQK4ApCSSG52XgLFsDkpA”/]

Lodger – David Bowie 

Berlin üçlemesinin son halkası. Otuz iki yaşındaki Bowie’nin kapsamlı uzay macerasından sonraki yere iniş hareketlerinden biri. New York ve İsviçre’de Brian Eno desteğiyle kaydedilen Lodger’ın prodüktör koltuğundaki isim Tony Visconti. RCA Records aracılığıyla yayımlanan bu çalışma Bowie’nin müzik kariyerindeki on üçüncü stüdyo albümü olarak geçiyor. Ancak bir noktayı hatırlatmakta fayda var: Bowie hiçbir zaman aynı adımları tekrar atmadı. Her albümü başkaydı. Aynı olduğunu düşündüğünüz sound yapısındaki albümlerde bile başka ilhamlar, başka cümleler buldu. Lodger onun bugüne uzak olan, erken dönemine yakın olan ve olgunluk çağını işaretleyen bir albüm.

[spotifyplaybutton play=”https://open.spotify.com/track/3NXI2XNb5hQ7uOWMZ1Sxfm?si=7slk53NNSneWEgaaiJyPSQ”/]

London Calling – The Clash

Size biri gelip “Müzikte kült olmak ne demektir?” diye sorarsa ona “The Clash” yanıtını verin. Salt ön yüz görseli bile tarihte nottur, sökülüp atılamayandır. İçeriğinden, şarkıların gücünden bağımsız olarak söylüyorum bunu. CBS Records tarafından 15 Aralık ’79 tarihinde yayımlanan London Calling tam on dokuz şarkıya ev sahipliği yapıyor. Birkaç çocuğun bir araya gelip Wessex Sound Studios’ta kaydettiği bir albüm kırk yıl sonra aynı enerjiyle yaşamaya devam ediyor. Alex Turner’ın özgün olduğunu düşünenleri bir ara The Clash’i keşfetmeye davet ediyorum.

[spotifyplaybutton play=”https://open.spotify.com/track/7FYkZkF9fog6WS818wJnhl?si=5EMzrvI4T3uZ7I8qRAZWRw”/]

Off the Wall – Michael Jackson

Yirmi yaşındaki Michael ile tanışın. Sert babasının menajerliğinde kurulan ve kardeşleriyle birlikte var ettiği Jackson 5 onun çocukluk dönemiydi. Burada ise başlı başına bir yıldız adayı var. Evet henüz kral değil. Aday. Paul McCartney ile birlikte söylediği şarkı, prodüktör koltuğundaki Quincy Jones ve modern disco tavrına dokunan pop soul kanalları. Off the Wall bir başyapıt. Yılın Grammy Awards gecesine damga vuruyor. Ancak Michael’ın sözleriyle bir sonraki albüm çok daha iyi olacak. Onu takip edin.

[spotifyplaybutton play=”https://open.spotify.com/track/6BdiFsPMPkSEEO4fFXFVWX?si=d1FIHuEGS2eutovkG7jwyg”/]

Reggatta de Blanc – The Police

Message in a Bottle, Bring on the Night, Deathwish, Walking on the Moon, It’s Alright for You… Listede ses veren tüm şarkıları yazabilirim. Reggatta de Blanc onların ilk albümü değil ama en az ilk albüm kadar güçlü olan ikinci albümlerden olduğu kesin. Sting her yaşam hücresiyle burada. Stewart Copeland ve Andy Summers vokale eşlik eden enstrüman vuruşlarını mükemmel tonda var ediyorlar. Her şeyin bir sonu vardır. 2008 yılında aktif hayatını sonlandırdı The Police. Ama işte müziğin ölümsüzlüğü burada devreye giriyor. Reggatta de Blanc kulağınızda dönerken aksini düşünebilir misiniz? Bring on the Night’ın ilk saniyelerinde gözlerini kapatıp ufuk çizgisine çıkmayı başaramayan yoktur.

[spotifyplaybutton play=”https://open.spotify.com/track/3ICRVhH1mviNzbUg5kjuri?si=ifayYlzPTnSWUc_k-2QzVQ”/]

The Undertones – The Undertones

Aynı adlı debut albümler ’90’lı yıllarda modaydı. Öncül örnekleri ise ’70’lere kadar dayanır. İşte karşınızda The Undertones. Toplamda on yıl bile sürmedi onların ekip kariyerleri. Olsun. Bazen böyledir. Herkes The Rolling Stones gibi ömürlük birliktelikleri sağlayamıyor. Önemli olan hatırlanmak. Hatırlanmaya değer olabilmek. Feargal Sharkey, John O’Neill, Damian O’Neill, Michael Bradley ve Billy Doherty’den oluşan kadrosuyla The Undertones’ı hatırlıyorum ben. Onlardan sonra dünyaya düştüm ama ilk albümlerini biliyorum. İşte bu The Undertones hanesindeki başarı tarafını doldurur. Derry’den böyle bir grup çıktı ve Britanya’yı konserleriyle, şarkılarıyla meşgul etti. Tarih onları da yazdı. 

[spotifyplaybutton play=”https://open.spotify.com/track/5HhopXJwgPvK26dZ44Aj8s?si=smTko14QQVypWaPbr-q3lQ”/]

Unknown Pleasures – Joy Division

Post-punk seslerinin ritmik akışı hiç bu kadar etkileyici olmamıştı. Davulun en az vokal kadar liderliğe soyunduğu bir sound asla vites düşürmez. Ama Salford çıkışlı Joy Division esas öznel hikayesiyle, atmosferik yapısıyla ve acıklı sonuyla anlamlı bir bütün. Kontrol ve kontrolsüzlük. Ian Curtis sahnede dengede kalmak için ne kadar çok uğraşıyorsa şarkı sözlerinde var ettiği insanları da aynı çabayla dengede tutmaya çalışıyor. İlk stüdyo albümleri Unknown Pleasures gelmiş geçmiş en iyi kariyer başlangıçları arasındadır. Hiç bitmesin istersin. Aklında albüm görseli canlanır. Grafik harekete geçer. Ian seninle konuşmaya başlar. Artık dengede değilsindir.  

[spotifyplaybutton play=”https://open.spotify.com/track/07F0DPtG2vy2uaoISZeUsF”/]

The Wall – Pink Floyd

Başyapıt. Sadece bu kelimeyle açıklamak yeterli The Wall‘u. Roger Waters’ın liderliğinde kaydedilen albüm grup için sonun başlangıcıydı. Tartışmalar, bitmek bilmeyen kavgalar, ego çatışmaları bu dönemde zirveyi gördü. Tüm bunlara rağmen albüm tamamlandı. Sonraki yakın yıllarda filmiyle, video çalışmalarıyla yine yakın sayılacak yıllarda Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla hep güncel kaldı The Wall. Gerçek duvarın yıkılması bile onu tarihin tozlu raflarına hapsedemedi. Birbirine bağlı şarkılar, paslanmayan politik mesajlar, rüya ve kabus arasındaki gidip gelen sound kavrayışı The Wall’u sonsuzluğa doğru taşıyor. Hakkını verelim Roger Waters kendine ait olan bu mirası yaşatmak için elinden gelen her şeyi yaptı, yapıyor. Ama bu fotoğraf Pink Floyd’un. The Wall majör grubun Everest çizgisidir. 

[spotifyplaybutton play=”https://open.spotify.com/track/5xdySZ8v0lEOKblcwXWT3M?si=dFsiS2gSSfyAolY8T82hTA”/]

 

 

   

 

 

 

 

 

 

 

Comments are closed.