2015’in en iyi 25 albümü

2015’i geride bırakmaya hazırlandığımız şu dönemde BacktotheSound olarak kendi gözümüzden yıl içinde yayınlanmış en iyi müzik çalışmalarını derledik ve onlar hakkında yeniden birtakım cümleler kurduk. Bizim için 2015 yılının en iyi 25 albümü şunlardı.

25 Quartet & Sakina – Köprü

Köprü - The-BridgeAnadolu ezgilerinin yeni bir üslupla yorumlandığı bir albüm dönüyor burada. Quartet & Sakina imzalı çalışmanın en önemli avantajı şu olabilir: Oda müziği topluluklarının kendini dış dünyadan soyutlamış tavrından oldukça uzakta bir yerde Köprü. Farklı dillerde modern ve klasik yapıyı bir arada tutuyor. Tüm bu ters adımları kullanarak gidebildiği kadar ileriye gitmeyi başarıyor. Albüm için sınırları ve önyargıları kaldırma hedefi üzerine vurgu yapılmakta.  Bu yılın en farklı ve ilgi çeken kayıtlarından.

24 Disclosure – Caracal

Lawrence biraderler şapkalarından çıkardıkları ikinci stüdyo albümleri Caracal ile karşımızdalar. Garage ve two-step ile başlayan serüvenlerinin house ekseninde pop’a evrilmeye başladığı bir albüm bu. Caracal’ın en göz kamaştıran tarafı Disclosure’un çalıştığı birçok değişik isim. Sam Smith, The Weekend, Lorde ve Miquel kadroda. Birbiriyle bağlantılı senaryolardan oluşan dört kliple Disclosure değişik bir konsepte de imza attı. Kendilerinin gözüktüğü “Jaded” ile seriyi tamamlayan Lawrence biraderler, geride hem dinlenesi bir albüm hem de izlenesi bir video serisi bıraktı.

23 Bulut Gülen – Su

Bulut-Gülen---Su-001Klasik müzik eğitimi alarak cazın dünyasına kendini kaptırıyor ve hemen ardından da soluğu Berklee College of Music’te alıyor Bulut Gülen. Kısa zamanda ise Türkiye’deki genç cazcıların en özel isimlerinden biri olarak tanınmaya başlıyor. Yeni albümü Su’da yer alan eserlerin besteleri Gülen’e ait. Önder Focan, Şenova Ülker gibi tecrübeli isimlerin yanı sıra Can Çankaya, Ozan Musluoğlu, Ferit Odman, Engin Recepoğulları gibi müzisyenler de kadrodalar. Bol doğaçlamalı ve iyi mi iyi bir caz albümü Su.


22 Everything Everything – Get to Heaven

Everything-Everything-–-Get-to-Heaven-001Eveything Everything üçüncü stüdyo albümü Get to Heaven’da hem direkt sözlerle iyi çalışılmış mesajını iletiyor, hem de deneysel kodların yanına sert art rock kabullerini ekliyor. Kapak illüstrasyonunun içerik hakkında net ipuçları sunduğunu söylemek mümkün. Zaten açılış anlarından başlayarak tüm albümün genelinde hissedilen bir eleştirel tavır var. Görece dağınık beat’lerin bir arada kalması albümü öne çıkarıyor. Everything Everything potansiyelinin en iyisi değil Get to Heaven, ama artık o zirveye çok yakınlar.


21 Ane Brun – When I’m Free

Ane-Brun---When-I’m-Free-001İskandinav pop müziğinin güçlü sesi Ane Brun’un en güçlü ve eksiksiz çalışması olabilir When I’m Free. Bu albüm oldukça akıcı ve her bir saniye öncesi ve sonrasındaki ritimlere sıkı sıkıya bağlı. Üstelik bu akıcılık dinleyenin hayatında küçük durulmalara sebep oluyor. Kaydın gücünü artıran şey de tam olarak bu yönü. Çünkü bu anlarda tamamen şarkılara odaklanıyorsunuz. When I’m Free’yi dinlemeye başladığınızda gözlerinizi kapatıp kendinizi albüme teslim etmenizi istiyor sanki Ane Brun.


20 Beirut – No No No

Beirut-–-No-No-No-0014AD aracılığıyla çıkan son uzunçalar No No No Beirut’un sade tavrını devam ettiriyor. Ayrıca bu yeni şarkılara uğradığınızda öncekilere göre daha rahat bir ekip buluyoruz. Albüme adını veren parçanın yanı sıra Pacheco ve August Holland’a da değinmek lazım. Keskin vokal yüklenmeleriyle albümün lider anlarına ulaşıyorlar çünkü. Zach ve ekibi alt kanaldan elektronik seslere de yer açmışlar bu kez. Bu da albüme basit ama mühim bir derinlik kazandırmış. Özetle Beirut, No No No ile başka bir evrene doğru kaçış imkânı sunuyor.


19 Ars Longa – Günler

Ars-Longa-–-Günler-001Ars Longa’dan Günler hayatın tam merkezinden bir albüm. Burada roller dağıtılmamış. İsimlere ve zaman kavramına ihtiyaç yok. En önemlisi maske yok. Hayallere dokunmak var. Hayatta her şeyi yaşamak, gidilmemiş her yere gitmek isteği var. Acıtan bütün hatıralara sırt dönüp şehirden kaçmanın arzusu var. Baştan sona yalın ve olabildiğince naif tonda işlenen bir çalışma bu. Sözlerin kalp atışlarını, nefes alışını anbean hissediyoruz. Şarkılar dönerken başka başka dünyalar çıkageliyor karşımıza. Sahte olan ne varsa kapı dışında.


18 Eylem Pelit – Yedi Uyuyanlar

Eylem-Pelit-–-Yedi-Uyuyanlar-001Bas virtüözü Eylem Pelit’in tümüyle kendi bestelerinden oluşan bir albüm Yedi Uyuyanlar. Kayıtta Ercüment Orkut’tan Volkan Öktem’e, Levent Altındağ’dan Dave Weckl’e kadar kendi kulvarlarında etkin ve büyük müzisyenler yer alıyor. İçerikte bulunan bir şarkıya özellikle vurgu yapmak gerekebilir. Uzun Yol, tekrar tekrar dinlendiğinde bile sirayet gücünü koruyabilen bir eser. Elbette tek şarkılık bir kayıt yok karşımızda. Yedi Uyuyanlar, baştan sona farklı ve özgün yorumların yüksek müzikalite ile birleşmesinin bir sonucu.


17 Noel Gallagher High Flying Birds – Chasing Yesterday

Noel-Gallagher-High-Flying-Birds-–-Chasing-Yesterday-001Herkes Noel Gallagher’dan Oasis’i toparlamasını beklerken o ikinci solo albümüyle geri döndü. Artık 50’sine merdiven dayamış biri olarak britpop’u canladırmaya çalışmıyor, aksine klasik rock ritimlerini öne çekerek kendi yolunu seçiyor Noel. Chasing Yesterday pop sularına karışmaktan geri durmayan ve efektif tempo yükselişleriyle Manchester havasını sonuna kadar ihtiva eden bir kayıt. In the Heat of the Moment, The Mexican ve While the Song Remains the Same gibi parçalar ön cepheyi oluşturuyor. Her biri Noel’in not defterinden çıkmış, gün yüzüne karışmış dikkate değer sekanslar.


16 Lizz Wright – Freedom & Surrender

Lizz-Wright---Freedom-&-Surrender-001Burada söyleyebileceğimiz ilk şey Lizz Wright’ın net bir mesaj verdiğidir: Zira şehvetli ve tutku dolu bir albüm Freedom & Surrender. Açılış parçası Freedom ile gerçekten albüme özgürce giriş yapıyoruz. Kesinlikle ama kesinlikle dinleyici ile arasına duvar örmeyen bir şarkı duyuyoruz. Albümün büyük bölümü Wright’in ellerinden çıkmış. Ballad, vals, R&B ve blues tonları merkez ritmi oluşturan ögeler. Larry Klein’in dokunuşları da kendini buralarda gösteriyor. Bir cover projesi yapma fikriyle başlayıp sonradan özgünleşen bir albüm bu.


15 The Chemical Brothers – Born in the Echoes

The-Chemical-Brothers-–-Born-in-the-Echoes-001Elektronik müziğin gelişim süreçlerinde pay sahibi ekiplerden Chemical Brothers. Yirmi beş yılı geride bırakmalarına karşın yeniler. Born in the Echoes bu açıdan bizi doğruluyor. Albümden sızan aktif pop çağrışımları ne kadar formda olduklarının kanıtıdır. I’ll See You There’i bir adım öne çıkaralım, ancak Tom ve Ed’in diyecekleri birkaç parçadan daha fazlasına ulaşıyor. Sometimes I Feel So DesertedGo ve Wide Open ekibin güzel mirasına yeni manifestolar ekleyen klas şarkılar. Surrender ardından en büyük Chemical Brothers albümüdür Born in the Echoes.


14 Dave Gahan & Soulsavers – Angels & Ghosts

Dave-Gahan-&-Soulsavers-–-Angels-&-Ghosts-001Daha önceki stüdyo albümlerinde de dışarıdan vokal desteği almıştı Soulsavers. Mike Patton, Jason Pierce ve Mark Lanegan gibi. Ancak gruba ait son iki uzunçalara dahil olan Dave Gahan, bu isimlerden farklı olarak zamanla grubun esaslı adamlarından biri haline geldi. Hatta yeni albüm Angels & Ghosts’a ortak olacak kadar. Hemen her şarkıda üst kanal onun vokallerine emanet edilmiş. Kayıt boyunca müthiş rahat Dave. Depeche Mode doğrularına uymak zorunluluğunu reddediyor. Albüm de country ve blues tavrının rock damarına ait zaten. Baştan sona güzel sesler barındırıyor.


13 Ayyuka – Sömestr

Ayyuka-–-Sömestr-001Bir filmin, afili bir senaryonun ya da dünya üzerindeki herhangi bir sıradan günün soundtrack kaydını dinliyoruz Shalgam Records etiketli Sömestr’da. Afrobeat ustalarından Orlando Julius’un konuk olduğu Gün 1 B ile erken dönem Pink Floyd bulutundan geçen Ayrton Senna kaydın başrollerini paylaşıyor. Bu ikiliyi Gabor izliyor. Hemen peşlerinde ise Guaruja ve Geceleri Zor Uyurum var. Sözün olmadığı, esasen eksikliğinin dahi hissedilmediği, tümüyle 70’ler saykodelizmine selam ileten enstrümantal bir müzik ihtiva ediyor Sömestr. Bu albüm aynı zamanda kariyerinde ikinci on yılı adımlayan Ayyuka’nın memleketle kurduğu etkileşimin en yeni simgesi.


12 Miguel – Wildheart

Miguel-–-Wildheart-001Miguel’den Wildheart hem funk’ın, hem alternatif rock’ın, hem de modern pop’un iliklerine kadar ulaşan bir albüm. Miguel önceki iki stüdyo albümüyle birçok şeyi kanıtlamayı başarmış, bu kanıtlarla Grammy sahnesine kadar gitmişti. Wildheart ise onun adına yeni zirvelere karşılık geliyor. Albüm A Beautiful Exit, Hollywood Dreams, Flesh ve Lenny Kravitz destekli Face the Sun gibi şarkılarla sahici ve temelleri güçlü bir sounda vurgu yapıyor. Orta bölümlerde temponun düştüğü anlar var, ama oralarda bile kaybolmuyor Miguel. Sadece söylemiyor, aynı zamanda her bir cümleyi bizzat yaşıyor. Tüm bunların sonucunda da duyduklarımız enfes bir soul partisi oluyor.


11 The Charlatans – Modern Nature

The-Charlatans-–-Modern-Nature-001The Charlatans adına beş senelik ara dönemin sonu demek Modern Nature. Belki daha önemlisi bu albüm tamam ya da devam arasında bir tercihti. İkinci yolu seçtiler. Tıpkı 1996’da vefat eden Rob Collins sonrasında olduğu gibi, baterist Jon Brookes’un ölümü sonrası da pes etmediler. The Verve’den Peter Salisbury ve Joy Division’dan Stephen Morris’in bulunduğu albümde prodüktör koltuğu ekibe ait. Salt ’90’lara dair bir kayıt değil bu. Tüm o külliyata sirayet ettiği doğru, ama bir yandan yeni de. Hem Tim Burgess, hem de The Charlatans henüz oyundan düşmemişler.


10 The Maccabees – Marks to Prove It

The-Maccabees-–-Marks-to-Prove-It-001Renklerin içindeki yeni kayıt Marks To Prove It Londra menşeli grubun dördüncü albümü. Artık daha olgunlar. Dört numaralı şarkı Spit It Out tüm gücüyle bunu haykırıyor. Arka yüzdeki WW1 Portraits ise onların neden iyi bir gitar grubu olduklarını hatırlatıyor. Frontman Orlando Weeks’in vokali yine her sesin önünde. Akustik sound ve zengin enstrüman kanalları dikkat çekici. Alternatif müziğin klas inceliklerine dair sesler var Marks to Prove It’te. Given to the Wild’ın ardından yine iyi bir albümle geldi The Maccabees.


9 Blur – The Magic Whip

Blur-–-The-Magic-Whip-001Blur geri döndü. The Magic Whip’in ilk mesajı bu. Sonraki mesajı ise grubun hala ayakta olduğu. Hong Kong’ta kaydedilen, kapağından şarkı isimlerine kadar Uzakdoğu etkileşimini belli eden albüm, beklentilerin altından kalkmasını biliyor. On parmağında on marifet Damon Albarn’ın hikâyelerini ve vokalini tam kadro Blur ile birlikte duymak harikaydı. The Magic Whip onların en iyi albümü değil. Modern Life Is Rubbish o konumu hala tutuyor. Yine de bu yeni şarkılar, yaşarken efsaneleşen bir ekibin dikkate değer bir selamıdır. Yıl 2015 olmuşken Blur’ü duymak başlı başına güzel şey.


8 Editors – In Dreams

Editors-–-In-Dream-001Indie cenahında iyi işlere imza atan ekiplerden biri Editors. Yeni albüm In Dream’de de bu alışkanlığı sürdürüyorlar. Ek olarak In Dream’in topluluk adına en sert albümlerden biri olduğunu belirtmek gerek. Açılış No Harm’dan son perde Marching Orders’a kadar başka bir Editors var burada. Electronic vurgulara daha önce hiç olmadığı ölçüde kapı aralıyorlar. Bu da post-punk döneminden gitar ve davul geçişleriyle darkwave tavrını birleştiriyor. Zaman isteyen bir albümle karşı karşıyayız. Yine de içine düştüğünüzde sizi kolayca etki altına alabiliyor bu on şarkı.


7 Farfara – Garden

Farfara-–-Garden-001Ankara’da kurulan Farfara’nın dijital olarak çıkan albümü Garden. Evet, ekip isminin Ankara bağlantılı ünlü bir türküden rol çaldığı doğru. Ancak Farfara salt Ankara’nın grisinden beslenmiyor. Her adımda The Verve, Wild Nothing, The Smiths çizgilerini akla getiriyorlar. Açılıştaki For a While’ın yanı sıra iki numara Water Air ve son perde Herbal Life albümü ileriye taşıyan parçalardan sadece birkaçı. Şu açık ki burada indie rock’ın en güzel örneklerinden biriyle karşı karşıyayız. Umarız bu albüm bir gün hak ettiği gibi plak formatında yayınlanır. Garden listesinde yer alan her bir şarkıyla bunu hak ediyor.


6 Tame Impala – Currents

Tame-Impala---Currents-001Avustralya menşeli Tame Impala sert müziklerin grubu. Merkezinde psychedelic rock’ın bulunması ya da onlara ait şarkıların ’70’ler moda akımından güç alması en büyük özellikleri. Frontman Kevin Parker sayesinde bu kez kartları açık tutuyorlar. Nerede olmak isterlerse oradalar. Bitmek bilmeyen hi-fi enerjisine dokunuyorlar, funk’ın dehlizlerine dalıp kaosun içinde tempolu sakinliği hatırlatmak istercesine yeraltı elektroniğiyle ilişkileri sıkı tutuyorlar. Doğrudur, Currents bu dönemin albümü değil. Olmak da istemiyor zaten. Kendine ait bir zaman dilimi var çünkü. Bu parçaları 2015’in en iyileri arasına çıkaran şey de bu.


5 Foals – What Went Down

Dinamikler. Sınırları yok. Güçlü refklekslere sahipler. İngiliz ekibin yapısına dair onlarca cümle kurulabilir ama sanırım en önemlisi şu: Değişmekten korkmuyorlar. iki yıl önce çıkardıkları Holy Fire ile büyükler ligine yükselmeleri dahi onları durduramadı. Şimdi de What Went Down ile başka yollara giriyorlar. ’70’lere tutunan intro albümün temkinli oynayacağı sinyalini verebilir. Öyle değil. Risk alıyor Foals. Kimi geçişlerde değişen sound, şarkılar arasındaki iletişimi koparmıyor, aksine yeni köprüler ekliyor. Stadyum grubu olmak yolunda emin adımlarla ilerliyorlar. Onlara hayat veren yönleri törpülemeden hem de.


4 Grimes – Art Angels

Grimes-–-Art-Angels-001Bir pop albümünün nasıl olması gerektiğine dair ne kadar klişe varsa reddedip Art Angels ile tam aksi yola geçiş yapıyor Grimes. Bu son stüdyo çalışmasıyla kendi kriterlerini ve estetik anlayışını var ediyor. Üstelik karanlık tarafa da, anlık karmaşık duyguların kalp atışlarına da dokunuyor. Dağınıklık her durumda olumsuzluk bildirmez. Bazen aynılaşmamak, farklı taşları bulabilmek için düzensizliği çağırmak gerekebilir. İşte Art Angels boyunca yapılan bu.  Flesh without Blood, Realiti ya da Pin… Hangisini dinlerseniz dinleyin hissettiğiniz tek şey dibine kadar pop ezgiler ve güçlü mü güçlü bir sound oluyor.


3 Florence and the Machine – How Big How Blue How Beautiful

Florence-and-the-Machine-–-How-Big-How-Blue-How-Beautiful-001Şundan emin olabiliriz: Florence and the Machine kariyerinin zirvesinde. Bunun en büyük sebebi Florence Welch’in yüksek formu. Welch, mikrofondaki varlığının ötesinde tarifi zor bir ruh katıyor şarkılara. Dile getirdiği her bir kelimeyi tek tek zihnine boca ediyor. İlk iki albümde eksik kalmayan bu yön yeni şarkıların da çok uzağında değil. Hatta tam merkezinde. Isabella Summers ve diğer üyeler birkaç adım geriden Welch’i takip ederken, O geri kalan tüm boşlukları kapatıyor. Kısacası How Big How Blue How Beautiful yılın en iyi albümlerinden biri olmayı sonuna dek hak ediyor.


2 Hot Chip – Why Make Sense

Hot-Chip-–-Why-Make-Sense-001İngiliz electronica topluluğu Hot Chip son albümü Why Make Sense ile kariyerinde yeni bir kırılma başlattı. Ne sadece bir house, ne de yalnızca bundan otuz yıl öncesinde yaşamış bir synthpop dünyasına ait şarkılar var burada. Alexis Taylor ve arkadaşları kayda aldıkları tarzın her dönemine uğramaktan çekinmemişler. Bir an net baladlar duyulurken, az ileride indietronica’ya yürüyorlar. Need You Know, Huarache Lights ve So Much Further to Go gibi şarkılar onların son başyapıtının en güzel taşları. Hot Chip üç yıl ara sonrası çıkardığı bu yeni albümüyle çok iyi sinyaller vermiyor.


1/ Lower Dens – Escape from Evil

Ne yazık ki dünya kadar yıkımı, savaşı ve gözyaşını durdurmaya güçleri yetmedi, ama dinlerken rüyasına düştüğümüz, bizi gerçekliğinde alıkoyan iyi albümler ses verdi geride bıraktığımız yılda. Karanlığı tümüyle yok edemedilerse de en azından denediler. Bu önemliydi. Günümüz dijital dinleyici kültürü bu albümleri birkaç ay boyunca el üstünde tutup hemen ardından çöp kutusuna gönderdiğini sanıyor olabilir. Yanılıyor. Daha birkaç gün önce yarım asırlık Beatles albümleri streaming dünyasına açılır açılmaz büyük bir ilgiyle karşılaştı. 2015’te çıkan kayıtların birçoğu da yıllar sonrasına ulaşacaktır. Zira bunu hak ediyorlar. Baltimore topraklarında filizlenen Lower Dens’in yeni albümü Escape from Evil onlardan biri. Jana Hunter liderliğinde 2010 senesinde kurulan dream pop ekibi aradan geçen beş seneye tam üç albüm sıkıştırdı. Bunların ilki yerel sahnede grubu var etti. Domino Records’tan çıkan ikinci çalışmayla Avrupa’ya uzandılar. Aynı etiketli Escape from Evil ise onların son yeni adımını oluşturuyor. Şunu ekleyelim: Lower Dens’in en iyi işi bu. Alt-rock üzerinden deneysel pop tavrını hedefliyorlar ve bunu başarıyorlar. Future Islands, The Radio Dept ya da Wild Beasts’i akla getiren işaretlerle dipten yansıyan krautrock kanallarından beslenerek temellerini sıklaştırıyorlar. Şarkı finallerindeki emprovize etkileşimler ayrıca dikkat çekici. O sekanslar Lower Dens’in Escape from Evil ile sadece dream pop sularında gezinen birkaç şarkı ihtiva etmediğini, aynı zamanda rüyaların içinde kimi boşluklar oluşturarak vokale alan açtığını kanıtlıyor. Milenyum sonrası alternatif güzergâhta başka şeyler deneyen ekiplerin sayısı oldukça azdır. İşte Lower Dens o azınlıkta yer alıyor. Baltimore’a yakışır bariton cümleler, 1980’lerdeki synthlere selam çakan tuşlu aralıklar ve cam gibi davul sound’u… Bunların hepsine aynı anda ve eşit ağırlıkta dokunuyor Lower Dens. Kimi albümler varını yoğunu açılış civarında sergiler. Escape from Evil ise ters yönde. Société Anonyme adında klas bir şarkıyı son perdeden duyuyoruz çünkü. Lower Dens bu parçayla bitişe değil, tekrar başlangıca vurgu yapıyor.

 

Comments are closed.