1992 yılında Fransa’dan üç genç müzisyen Laurent Brancowitz, Thomas Bangalter ve Guy-Manuel de Homem-Christo, The Beach Boys’dan esinlenip Darlin’ isimli bir indie rock grubu kurdu. İngiliz Melody Maker dergisi bu grubun müziğini “saçma (daft), punk esintili çöp” olarak nitelendirdi.
Kısa süre sonra grup dağıldı ve Brancowitz yoluna indie pop grubu Phoenix’in gitaristi olarak, Bangalter ve Homem-Christo ise Melody Maker’ın eleştirisinden aldığı ilhamla Daft Punk ismiyle devam etti.
Kökenleri olan elektronik dans müziğini keşfetmeye koyulan Daft Punk’ın gangsta-rap soundunu yakalamaya çalışarak bestelediği Da Funk, 1995 yılında tekli olarak piyasaya sürüldükten sonra The Chemical Brothers’ın setine girene kadar ortalıkta pek duyulmadı. Bundan kısa süre sonra dünyaya yayılmaya başladı ve ünlü yönetmen Spike Jonze’un çektiği yaratıcı video klibiyle taçlandı.
1997 yılında ilk uzunçalarları Homework’ü çıkaran ve büyük bir başarı yakalayan ikili artık setlerde ve röportajlarda yüzlerini saklamaya ve hâlâ günümüzde geçerliliğini koruyan o gizemli havayı yaratmaya başladı. Albümden çıkan Around the World hitine Fransız yönetmen Michel Gondry’nin çektiği ikonik video klipte ilk kez robotlar gözüktü. Dört yıl sonrasına ışınlandığımızda ikinci albümleri Discovery’i tanıtırken kasklarıyla tamamladıkları robot kostümleriyle zihnimize kazınan o Daft Punk imajını yaratmışlardı.
Yüz gizleme ve robot sevgisi Daft Punk için yeni değildi. Bangalter ve Homem-Christo’nun on iki – on üç yaşlarındayken birlikte üst üste defalarca seyrettikleri Brian De Palma’nın 1974 tarihli rock müzikali Phantom of the Paradise’ın baş karakteri de bir maske takıyordu. “Sanatsal olarak yaptığımız pek çok şeyin temelini oluşturuyor” diye tanımladıkları film, Daft Punk’a bilinmezliğin çekiciliğini gösteren ilk örneklerden olmuştu belki de. İnsana hep biraz tekinsiz ve ürkünç gelse de bir yandan merakını ve ilgisini artıran bilinmezlik faktörü Daft Punk’ın kariyerinde yüzlerinden seslerine kadar pek çok yerde karşımıza çıkacaktı.
Bütün o gizemlerinin aksine grubun kendisi 2000’lerde fazlasıyla popüler oldu. Öyle ki göğsümüzü gere gere hayranı olduğumuzu söyleyebildiğimiz hem popüler hem cool olabilen nadir gruplardan biri hâline geldi. Daft Punk’ı son dönem Fransız house akımının en yaratıcı ve popüler ikilisi olarak tanımlayabilsek de müziklerini tek bir kategoriye sokmak o kadar kolay değil. Funk, tekno, disko, indie, rock ve pop’u birleştirdikleri kendilerine özgün sounduyla yirmi sekiz yıl boyunca dans müziği piyasasını domine ettiler.
İlham kaynakları arasında Andy Warhol’dan Philip Glass’a, Primal Scream’den Dr. Dre’ye pek çok farklı yaratıcı isimlerin bulunduğu ikili; beat, bassline ve melodi gibi dans müziğinin olmazsa olmaz unsurlarını ilk albümlerinden beri ustaca kullandı. 2007’deki Stronger şarkısında ikilinin Harder, Better, Faster, Stronger’ından sample kullanan Kanye West’ten onları müzik yapma nedenlerinden biri olarak tanımlayan ve birlikte dört günde Starboy ve I Feel It Coming gibi hitleri kaydeden The Weeknd’e kadar rap ve R&B dünyasından pek çok kişiyle de işbirliği yaptılar.
2013’te yayımladıkları son albümleri Random Access Memories’de sahneyi bizzat ilham kaynaklarına bıraktılar: Nile Rodgers, Giorgio Moroder, Pharell Williams ve Julian Casablancas gibi alanlarında yıldız isimlerin bir araya geldiği albüm elbette inanılmaz popüler olup patlayacaktı.
Fakat onların esas sihri belki de bu ilham kaynaklarının yalayıp yuttukları müziklerinden akılda kalıcı ve dans ettirici sample’lar kullanmalarıydı. Yaptıkları şey müziğin bir bölümünü alıp kendi parçalarına yapıştırmanın çok ötesindeydi. Son günlerde sosyal medyada Eddie Johns’un More Spell On You şarkısını nasıl örnekleyip One More Time’a dönüştürdüklerini gösteren o videoya denk geldiyseniz anlarsınız. Tıpkı tüm dâhilerin eserlerini üretirken çok basit ve herkesin yapabileceği bir şey gibi gözükmesi gibi; içine dalıp yaratım sürecini izleyince insanların tüylerini diken diken eden ve şapka çıkarttıran saf bir zekâ ve yetenek.
“Bir sihirbazlık numarasının nasıl yapıldığını bilmek çok moral bozucu. İllüzyona odaklanıyoruz çünkü nasıl yapıldığını açıkladığında heyecanı ve masumiyeti anında kaçıyor.” demişti Thomas Bangalter zamanında bir röportajında. Daft Punk’ın her zaman etrafında gezen sis perdesi grubun geçtiğimiz günlerde yayımladıkları veda videosu Epilogue’da da oradaydı. 2006 tarihli Electroma filmlerinin son sahnesinden bir bölümü yayımlayıp tarihlerine nokta koyduklarını belirten grup gerçekten dağılmış mıydı, yola tek kişi olarak mı devam edecekti, yoksa sadece robot imajlarını mı yok etmişlerdi?
Bu sorunun cevabını yeni bir hareket gelene kadar bilemeyeceğiz belli. Ama Epilogue videosunda nasıl kasklarının arkasındaki duyguları hissettiysek, yirmi sekiz yıl boyunca makinelerin seslendirdiği müziklerinde de o bağı hissettik. Belki onlar da Pharell’in şarkıda dediği gibi bir nevi Anka Kuşu efsanesiydi. Kendilerini yok etmeleri gerekiyordu yeni başlangıçlar için.