Yılın ortalarında yayımladığı Delip Geçer şarkısıyla radarımıza dahil olan Kadirhan Ayter kısa süre önce ise Gitmem Gerek adlı bir yeni EP servis etti. Müzisyenle bu yeni kısaçalarını ve müziğe bakışını uzun uzun konuştuk. (Röportaj: Hüseyin Ütsü)
Öncelikle hoş geldiniz, müzik yapmaya nasıl başladınız?
Hoş bulduk. (Gülüşmeler) Aslında küçüklüğümden beri müzikle iç içeydim. Dedem Mehteran’daydı ve dayım da o zamanlardan beri aranjörlük yapmakta. Küçükken dayımın stüdyosuna gitmek en sevdiğim aktivitelerden biriydi. Etraftaki ekipmanları incelemeyi ve hepsinin ne işe yaradığını sormayı çok severdim. Dayım bende bir ışık görmüş olacak ki bir gün bana bas gitar hediye etti. O güne kadar gerçekten isteyerek yaptığım tek şeyi keşfetmiştim elime yeni aldığım gitarımı çalmaya çalışırken. Daha sonra elektrik gitar aldım. Birkaç amatör grupta yer aldım ve kayıt/prodüksiyon programlarına merak saldım. Yıllar boyunca kendimi olabildiğince geliştirmeye çalıştım ve üniversite yıllarına geldiğimde müzikten başka hiçbir şey yapmak istemediğimi net olarak biliyordum.
Ağustos’da yayımladığınız Delip Geçer teklisinde elektronik alt yapılı bir müzik vardı fakat en son yayımladığınız Gitmem Gerek EP’sinde daha çok blues ve country tınıları vardı. Müzikal anlamda bir değişim yaşadığınızı hissediyor musunuz?
Açıkçası elektronik müzik daha yeni bir tarz benim için. Müzikal anlamda sürekli değişim yaşıyorum çünkü günümüzde her an yeni bir sound ile karşılaşabiliyorsunuz. Artık insanlar denemekten korkmuyor. Ayrıca içinde bulunduğumuz çağ ve ilerleyen teknolojinin de bizi değişime ittiğini düşünüyorum. Fakat analog ekipmanlar ve enstrümanlarla yapılan içine plastik katılmamış müzik beni her zaman daha mutlu ediyor, hem dinlerken hem üretirken. Elektronik müzik ne kadar uçsuz bucaksız olsa da bir saatten sonra tekdüzeliği benim için sıkıcı olabiliyor.
Gitmem Gerek EP’sinde kimlerle çalıştınız?
Bütün kayıtları Erekli-Tunç Stüdyoları’nda yapıldı. Kayıtları, editleri ve miksi Mert Kasap yaptı, ayrıca prodüktör olarak da yer aldı. Kayıtlarda davulları Sedat Özbek, bas gitarları Erdinç Ayar, banjoları Kenan Dalgıç çaldı. Düzenlemeler, elektrik/akustik gitarlar ve tuşlu çalgılar bana ait. Mastering’leri ise Sterling Sound’dan Chris Gehringer yaptı ve Universal Müzik Türkiye etiketiyle yayımlandı. Emeği geçen herkese buradan tekrar tekrar teşekkür etmeyi de unutmayayım.
İlerleyen süreçte planlarınız neler? kariyerinizi nerede devam ettirmek istiyorsunuz?
İlerleyen süreçte elimden geldikçe yeni şarkılar üretmeye ve yayımlamaya devam edeceğim. Onun dışında yeni yılda bir lansman konseri yapmak ve ardından konser vermeye başlamak istiyorum. Ayrıca The Cranky Cats isminde yabancı beste ürettiğimiz bir grubumuz var. Yeni yılda kayıtlarına başlayacağımız iki şarkılık bir EP geliyor. Bireysel olarak da grupla da yurtiçi ve yurtdışındaki festivallerde yer almak ve olabildiğince insana ulaşmak istiyorum.
Birçok kişi müzisyen olmak istiyor fakat gerek aile baskısı gerekse hayat şartları engel oluyor. Konservatuar eğitimi almış biri olarak müzisyen olmak isteyenlere tavsiyeniz ne olurdu?
Müziğin neresinde yer alacağınız ile alakalı tabii ki ama ben konservatuar okumanın içinde bulunduğunuz duruma göre değişiklik gösterse de her zaman gerekli olduğunu düşünmüyorum. Belli bir yerden sonra fazla kural ve kısıtlamaya maruz kalıyorsunuz. Ama mesela ses teknolojileriyle ilgileniyorsanız biraz daha teknik birikim gerektirdiği için eğitim almanın daha faydalı olabileceğini düşünüyorum. Enstrümanist olmak istiyorsanız yüksek ihtimalle işinize yaramayacak yüzlerce bilgiyle vakit kaybetmek yerine özel ders ile armoni ve enstrümanınız üzerine yoğunlaşabilirsiniz mesela. Aile baskısı muhabbeti ise bambaşka bir şey. Baskıcı aileler genelde çocuklarının üzerinde kendi gerçekleştiremedikleri hayaller kuran ve evlatlarının “NORMAL” olmasını isteyen kişilerdir, toplumun gözünde “hayırlı evlat” diye tabir edilen.
— — —
“Normal dediğimiz şey toplum normlarına bağlı oluşan bir kavram. Kişinin sanatçı olması zaten olağandışı varoluşundan kaynaklanıyor iken bu beklenti insanın yalnızca kişiliğinden eksiltip olmadığı biri gibi yaşamaya çalışmasıyla sonuçlanıyor.”
— — —
Günümüzde bunun yansımasını ilerleyen yaşlarında mesleğini bırakıp bambaşka hayatlara dönen bir çok insanda görüyoruz. Tabii ki herkesin durumu başka, çok rahat ve evladını ne olursa olsun destekleyen aileler de var. Benim ailem de başlarda “müziği hobi olarak yap” gibi cümleler kuruyordu fakat ben net bir şekilde ne istediğimi anlattığım zaman bana destek olmaya başladılar. Bunun sadece aileyle de alakası olduğunu düşünmüyorum. Şimdi gidip birine “Ben müzisyen ya da ressam olacağım” deseniz “Çok zor / herkes olmak istiyor / bak görmüyor musun ne durumdalar” benzeri tepkiler alırsınız. Hayat şartları tabii ki önemli ama risk almadan da birşey kazanılamayacağını düşünüyorum. Aileden durumunuz iyi değilse kira ödemenin lüks olduğu günler geçirip aç kalmayı göze alsanız iyi edersiniz, kimse kolay olduğunu söylemiyor. Bence mevzu hayatınla ne yapmak istediğin ve ne kadar istediğin.
EP’nin üretim aşaması nasıl ilerledi, korumaya çalıştığınız belli bir form var mıydı?
Diğer bütün üretim aşamalarım gibi önce evdeki sistemimde düzenlemeleri ve demoları bitirdim. Geriye kayıt için analog masası ve kendi soundu olan güzel bir stüdyo bulmak kalmıştı. Birkaç stüdyo gezip daha sonra Erekli’ye gittiğimde kaydı orada almak istediğime karar verdim çünkü aradığım masa ve ekipmanlar oradaydı ve üzerlerinden kimler kimler geçmişti şimdiye kadar. Düzenleme ve kayıt aşamasında sadece gerekli enstrüman/sesleri kullanmaya ve bunların dışına çıkmamaya özen gösterdim. İnsanlar dinlerken sahnede çalıyormuşuz hissi yaratsın istedim biraz da. Bu yüzden bir iki istisna durum dışında hiç duble kaydetmedik mesela. Kayıtlarda yaylılar, üflemeliler, 16 kanal gitarlar, vesaireler kaydedip sahnede dört kişi çalınan müziği pek tatmin edici bulmuyorum. Kayıtta ne ise canlıda da o olsun istedim özellikle bu EP’deki şarkılar için.
Etkilendiğiniz Blues Gitaristleri var mı? Bu soruyu sormamın nedeni bir çok parçanızda blues gitar tınıları olsada özellikle Başka Şeyler parçasının girişinde Jimi Hendrix tınıları duydum sanki?
Jimi Hendrix’ten etkilenmemiş blues gitaristi bulmak zordur sanırım. (Gülüşmeler) Aslında bugüne kadar birçok rock, fusion, jazz gitaristinden de etkilendim fakat blues derseniz aklıma geldiği kadarıyla David Gilmour, Jimmy Page, Jeff Beck, Joe Bonamassa ve Gary Clark Jr. gibi isimleri sayabilirim.
Son soru: Sizce bir parça bestelendikten sonra kendi kendini anlatmalı mı, yoksa görsellere ihtiyaç duymalı mı?
Görseller bazı durumlarda destekleyici ve yol gösterici olabilir belki ama bence hayal gücünü kısıtlamamak lazım. Sizin yazdığınız ve anlattığınız hikaye veya düşünce karşı tarafta sizin bile hayal edemeyeceğiniz kapılar açabilir, bunu bir kafese sokmak bence üzücü. Sizce her kitabın filmi çekilmeli mi mesela? Sanırım cevap bazıları için evet bazıları için hayır. Sonuçta sanatçının özgürlüğü kadar hitap ettiği kitlenin özgürlüğü de sanatın ilerlemesi ve gelişmesinde büyük bir etken.