Ayrıca laflarına dikkat et

Göz|

2011 yapımı The Descendants, Hawaiili yazar Kaui Hart Hemmings’in 2008 yılında yayımlanan romanından sinemaya uyarlanmış. Oscar ödüllü yönetmen Alexander Payne imzasını taşıyan film bütün hikâyenin Hawaii adalarında geçtiği, olağan dışı bir aile dramı niteliğiyle göz dolduruyor.

Matt King (George Clooney), kökleri yüz elli yıl önceye dayanan Hawaiili King ailesinin son kuşak varisidir. Aynı zamanda avukat olan kahramanımız büyük büyük annesinden miras kalan ve bugüne kadar nesilden nesile aktarılan yirmi beş bin dönümlük arazinin satılıp varislere pay edilmesi işleriyle meşguldür. Her ne kadar The Descendants’ın Türkçe karşılığı bu veraset durumuna işaret etse de film için uydurulan Senden Bana Kalan ismi filmin konusuyla daha uyumludur. Aslına bakılırsa yabancı film isimlerinin olduğu gibi Türkçe’ye çevrilmesindense burada olduğu gibi “acaba bu yerli bir yapım olsaydı adı ne olurdu” diye düşünülerek Türkçeleştirilmesinin daha anlamlı olduğu kanısındayım. Her neyse konumuza geri dönelim.

Film Matt King’in eşi Elizabeth’in talihsiz bir kaza sonucu komaya girmesiyle başlar. Baştan sona Hawaii’de geçen hikâye adalara özgü yerli motiflerle bezenmiş durumda. Birçok sahnede arkadan tınılarını işittiğimiz ve tamamen Hawaii kültürüne ait Nani Wai’ale’ale ezgileri, sözünü ettiğim yerli motiflerin en can alıcısı. Hawaii denince akla gelen plajları, sörf tahtalarını ve renkli gömlekleri saymıyorum bile. Hikâyenin dramatikliğine bu motifleri ustaca yerleştiren yönetmen Payne’i tebrik etmek gerek. Hoş, bu filmin kendisine ikinci Oscar’ını kazandırdığını unutmayalım. Bu ustalığı tek görenin biz olmadığımız ortada.

Elizabeth’in beklenmedik bir şekilde komaya girmesiyle çocuklarının sorumluluğunu uzun bir süre sonra tekrar omuzlarında hisseden Matt psikolojisi bozulan küçük kızı Scottie’nin (Amara Miller) yarattığı sorunlarla tek başına başa çıkamaz ve büyük kızını kaldığı yatılı okuldan alıp eve getirir. Matt açısından sorun küçüleceği yerde büyük kızı Alexandra’nın (Shailene Woodley) otorite tanımaz tavırlarıyla ikiye katlanır. Aslında büyük kızını eve getirmesinin sebebi doktorların eşi Elizabeth’in yaşama şansının kalmadığını söylemesidir. Artık Matt’in kızlarına ve yakın arkadaşlarına Elizabeth’i son bir kez görüp ona veda etmelerini söylemekten başka çaresi yoktur. Hikâyemizin asıl başladığı yer de burasıdır aslında. Büyük kızına bu durumu anlatıp annesine olan kızgınlığını unutmasını söylediği akşam aslında Elizabeth’in kendisini aldattığını öğrenir ve şoke olur.

İzleyenlerin bilebileceği üzere 2004 yapımı Mustafa Hakkında Herşey’in konusuna benzer bir hikâye işlenmektedir The Descendants’ta. Ancak tek ama büyük bir fark ile: Matt, Mustafa’nın (Fikret Kuşkan) tam tersi bir reaksiyon gösterir. Eşinin kendisini kiminle aldattığını öğrendikten sonra, onun da Elizabeth’i son kez görmeye hakkı olduğunu düşünen Matt biraz da içindeki tanışma dürtüsünün etkisiyle Brian Speer’a (Matthew Lillard) haber vermeye gider. Bu esnada büyük kızının yakın arkadaşı Sid (Nick Krause), en başından beri King ailesiyle beraber takılmaktadır. Ağzından dökülen kelimelere hiç umursamayan, terbiyesiz ve hatta hadsiz hareketler içindeki Sid hikâyedeki doğrucu Davut’tur. Matt’e Brian’ın hayalarını ezmesini öğütleyen Sid, Elizabeth’in alzheimerlı annesinin kızından bahsedildiğinde onu Kraliçe Elizabeth zannetmesine katıla katıla gülecek kadar umarsız bir çocuktur.

Bu tavırlarıyla Sid karakteri yazarın genç kuşağın her şeyi tiye alan davranışlarına karşı getirdiği bir eleştiridir. Başlarda Sid ile aynı ölçüde vurdumduymaz tavırlar içerisinde olan Alexandra ise hikâyenin babası için yıkıcı olmaya başladığı anda adeta ergenlikten kurtulur ve bir yetişkin gibi babasının sorumluluğunu paylaşmaya başlar. Böylece ak ve kara gibi bir karşıtlık üzerinden genç neslin eleştirisi devam ettirilmiştir. Mesaj oldukça nettir aslında: ‘Sid gibi olma, Alex gibi ol!”.

The Descendants, çarpıcı olmasa da izleyenlerde ufak çaplı bir şaşkınlık yaratarak sona erer. The Descendants’tan bize kalan ise Matt’in hepimize o bir yerlerden tanıdık gelen sözleridir: “Aile takımada gibidir. Hepsi aynı grubun parçası olmasına rağmen birbirinden ayrı ve yalnızdırlar. Ve birbirinden gittikçe uzaklaşırlar”.

Comments are closed.