Chaka Khan, Whitney Houston ve Mariah Carey dinleyerek büyüyor, on iki yaşında bedenini beğenmediği için yağlarını aldırıyor, okulu kırıp Lady Gaga konserine gidiyor.
Yıllar sonra listeleri sallayan şarkılarıyla, kazandığı ödüllerle, alıp verdiği kilolarla ve eşcinsel kimliğiyle sıkça gündeme gelmesinin ardından cinsiyetini non-binary olarak, yani kadın ve erkek cinsiyetlerinin dışında tanımlamaya başlıyor ve kendisi için İngilizcede kullanılan he, she, it zamirleri yerine cinsiyet belirtmeyen they/them zamirlerinin kullanılmasını istediğini belirtiyor. En son onu bir video klibinde güreşip topuklu ayakkabılarla özgürce dans ederken görüyoruz.
2010’ların en başarılı ve ses getiren şarkıcılarından, İngiliz Sam Smith’ten bahsediyoruz. Bu kadar çalkantılı, değişken ve baş döndürücü bir kariyere ve özel hayata sahip olmasına rağmen sadece yirmi yedi yaşında.
Belki de bu yüzden dünyanın dört bir yanından milyonlarca insan kendini onunla özdeşleştiriyor. Cinsel kimlik, dış görünüş ve kendini tanımlama gibi kavramları son yıllarda sıkça sorgulayan genç kuşağın sadece müziğinden değil kendini ifade ediş tarzından da ilham aldığı önemli bir popüler figür Sam Smith.
Kendisiyle tanışmamız 2013 yılında gerçekleşiyor. İlk kez Disclosure’un Latch isimli şarkısıyla adını duyuran ardından Naughty Boy grubunun La La La şarkısıyla İngiltere listelerinde bir numaraya yerleşen Sam Smith’in sesini duyanlar onu siyahi bir şarkıcı zannediyor. Mavi gözlü beyaz bir İngiliz olduğunu fark edince şoku atlatıp müptelası oldukları kadife sesini dinlemeye devam ediyorlar.
2014’te ilk uzunçaları In The Lonely Hour’u dinleyiciyle buluşturuyor ve Stay With Me, Lay Me Down ve Money On My Mind gibi hüznü, çaresizliği hem naif hem de güçlü bir şekilde dillendirdiği şarkılar ona 2015’te En İyi Yeni Sanatçı Ödülü başta olmak üzere dört Grammy kazandırıyor. Törende ödüllerini eski erkek arkadaşına adadığını söylüyor Smith:
“
Kalbimi kırdığın için çok teşekkür ederim çünkü bana dört Grammy kazandırdın.
2015 yılında onu tanımayan kaldıysa bile artık bu imkânsız hâle geliyor. Çünkü kendisi son James Bond filmi Spectre için Writings on the Wall şarkısını seslendirerek efsane Bond şarkıcıları arasında yerini alıyor.
Onu Adele’in erkek versiyonu olarak tanımlayanlar için bu çok daha heyecan bir gelişme oluyor zira Adele de bir önceki Bond filmi Skyfall’un şarkısını seslendirmişti. Sevenleri ikiliden bir düet bekleyedursun Smith o seneki Akademi Ödülleri’nde Writings on the Wall ile En İyi Özgün Şarkı Ödülü’nü kazanıyor. Törende ödülü bütün LGBT topluluklarına adayarak gönüllerde kurduğu tahtın yerini iyice sağlamlaştırıyor. Ama en önemlisi bunu bütün samimiyeti, pozitif enerjisi ve hassasiyetiyle yapıyor.
2017’de piyasaya sürdüğü ikinci uzunçaları The Thrill of It All Smith’in ABD listelerinde bir numaraya yerleşen ilk albümü oluyor. Bu albümden çıkan Too Good At Goodbyes teklisi sanatçının en çok dinlenen ve sevilen şarkıları arasında yerini alırken Smith müzik tavrında yavaş yavaş başka sulara kaymaya başlıyor ve bize eğlenceli tarafını gösteriyor. “Hep yapmayı hayal ettiğim ama korktuğum şeydi.” diye tanımlıyor bu ürettiği yeni pop müziğini.
Bu süreç onun başarısını, hayallerini ve en önemlisi kendi benliğini kutladığı bir şölene dönüşüyor adeta. Calvin Harris’le iş birliği yaptığı Promises, “boynuz kulağı geçti” dedirten Donna Summer’ın I Feel Love coverı, hayranı olduğu Fifth Harmony grubundan Normani’yle söylediği Dancing with a Stranger ve Demi Lovato’yla video klibinde hayali bir kuir olimpiyatlarını canlandırdığı I’m Ready, bu yeni Sam Smith’in hâlinden pek memnun olduğunu ve mutluluğunu herkesle paylaşmak istediğini gösteriyor.
Geçtiğimiz günlerde yayımlamayı plânladığı üçüncü albümünü koronavirüs salgını sebebiyle erteleyen Sam Smith’ten neler geleceğini heyecanla bekliyoruz. Onun hem müziğindeki hem de kişiliğindeki kendisiyle barışık, özgüvenli, içten, duygusal ve özgür tavrını takdir etmemek ve ilham almamak mümkün değil. Smith, George Michael ve Elton John gibi efsanelerden teslim aldığı bayrağı başarıyla ve onurla 2020’lere taşıyor.