Bu yazıda Türk Sinemasının nadide yapımlarından biriyle karşınızdayız. 1996 yapımı, Derviş Zaim’in yazıp yönettiği Tabuta Rövaşata’dan bahsediyorum.
Gerçek bir kişi ve onun yaşamından uyarlanmış bir film bu. Tabutta Rövaşata, yirmi sekiz yıl boyunca sokaklarda yaşamış ve yaptığı hırsızlıklarla gündeme gelmiş Dursun Toka’nın yaşamından esinleniyor. Bu sebepten film bizi yoksul bir hayatın içerisine ortak ediyor. İstanbul’un en şaşalı yerlerinde grimsi ve kirli bir tablo çiziyor yönetmen. Hayatın ve toplumun tüm gerçekçiliğini gözler önüne seriyor. Yoksulluk ve hayatta kalma mücadelesi üzerine oluşturulan senaryo tümüyle Yeşilçam sinemasından ayrılıyor ve bağımsız bir yapım olarak karşımıza çıkıyor.
Filmin daha ilk dakikalarından itibaren bunu görmek mümkün. Mahzun’un arkadaşı Sarı geceyi sokakta geçirmesinden ve ısınamamasından dolayı hayatını kaybediyor. Oysa öldüğü gece Mahzun’un çaldığı arabada uyuma şansı varken. Karakterler hayatta kalmak için suç işlemeli, ısınmak için karnını doyurmayı bir kenara bırakarak içki içmeli. İşte yönetmenin filmde sunduğu bakış açısı bu.
Mahsun. Sürekli hırsızlık yapan ve yakalanan, artık polislerin onu içeri tıkmaktan vazgeçtiği bunun yerine onu bağlayarak dövdüğü sakin ve zararsız biridir. Derdi ısınmak ve karnını doyurmaktır sadece. Birkaç arkadaşıyla beraber balıkçılık yapan Reis’in yanında takılarak üç beş kuruş para kazanır. Reis onu sevmekte ve merhamet etmektedir. Yeri gelir doktora götürür. Yer gelir borcunu öder. Yeri gelir nasihat verir, uyarır. Amacı bellidir Mahsun’un: Günü hayatta kalarak bitirmek.
Filmin sunumundaki önemli noktalardan biri Mahsun’un geçmişi hakkında hiçbir şey bilmememizdir. Mahsun’u konu geliştikçe tanırız ama geçmişine dair film bittiğinde de bir bilgimiz yoktur. Kısaca Mahsun’un yaşamından kısa bir kesit izleriz. Bu bilinmezlik sadece Mahsun için değildir. Reis’in babasından bahsettiği sahne dışında hiçbir karakterin geçmişi yansıtılmamaktadır. Ayrıca Reis’in babasının ölümünden bahsettiği sahne, Tuncel Kurtiz’in son repliği ile kafa karıştırıcı bir hal alır. Sanki anlatılanlar babasının ölümünden çok bir şeyi simgeler. Sürekli tetikte olmak. Zaten canın burnundayken riske girmeyip tedbirli davranmak. Yaşamı zorlaştırmamak ve geri adım atmasını bilmek.
Filmde alkole adeta bir kutsallık addedilmiş. Karakterlerimizi soğuktan koruyan ve ellerinden düşürmedikleri yegane şeydir alkol. Öyle ki arkadaşları Sarı’nın mezarına bile içki dökmekte ve onu alkolle sulamaktadır. Yemek olsa da olmasa da içki hep önceliktedir, ekibin dostudur. Alkol bu filmde bir oyuncudan farksızdır.
Tabutta Rövaşata, sefil bir yaşamı yansıtmakla beraber asayişin içerisindeki bozulmayı ve milli değerlerin sömürülmesini de işliyor. Amirin, Reis’i Mahsun’a göz-kulak olmadığı takdirde onu açık açık tehdit etmesi ve bir vaka cereyan ettiğinde sorumlusunu hiç soruşturmadan Mahsun olarak bilmeleri. Rumeli Hisarı’na girişin önceden bedava olup daha sonradan paralı hale gelmesi ise ülkenin değerlerinin göz ardı edilmesine örnek.
Filmin temelinde Mahsun’un mücadelesini izliyor olsak da fikrimce daha acıklı bir hikaye var içeride. Ayşen Aydemir’in oynadığı karakter örneğin. Bize bu karakter, bir kadının yoklukla mücadelesini yansıtmakla kalmıyor, madde bağımlılığını da gösteriyor. Bu yüzden film yokluk ve bu yoksulluğun getirdiği kötü alışkanlıkları tüm kollardan son derece gerçekçi bir şekilde işliyor.
Sarı’nın cenazesinden sonra herkesin içip oturduğu bir sahnede köpeklerden bahsediliyor; köpeklerin renk körü olduğu bu yüzden altıncı hislerinin kuvvetli olduğu söyleniyor. Bir köpeğin sarhoş sahibinin ayık olup olmadığını nasıl anlayabileceği tartışılırken bir karakter soğuk yerlerde köpeklerin boğazına onları ısıtmak için alkol döktüklerini söylüyor. Dönen bu köpek edebiyatı direkt olarak kendilerini kastetmekte ve verilen bilgiler kendi yaşayışlarını betimlemekte, siyah beyaz görmek gibi.
Filmin oyunculukları dublajdan dolayı hep biraz eksik hissettirse de Ahmet Uğurlu inanılmaz bir performans sergiliyor. Tuncel Kurtiz’in Türk sinemasındaki yerini konuşmaya zaten gerek yok. Ama en iyi performans kesinlikle Ayşen Aydemir’e ait. Bunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Gözlerindeki yorgunluk. Yürüyüşündeki keder. Sıra dışı bir katkı sunuyor filme Aydemir.
Filmin çekimleri ise bir hayli güç olmuş. Derviş Zaim kendi parasıyla çekmiş filmi ve sesli kayıt alamamış. Yapımcı Ezel Akay’a yapımcılığı kabul ettirmek de kolay olmamış. Kurgu esnasında yaşanan zorluklar yüzünden film az daha Antalya Film Festivali’ne yetişmiyormuş. Bunların yanı sıra Ayşen Aydemir, filmden üç yıl sonra ödül kazandığı bir gece ödülü alamadan hayatını kaybetmiş. Aydemir, ölümünden önce altı yıl boyunca kanserle mücadele etmiş.
Tabutta Rövaşata, çıktığı günden beri Türk sinemasının övündüğü bir film oldu hep. Hala daha yeri ayrı ve özeldir. Kendinden sonra gelen bağımsız filmlere örnek olmuş, parmakla gösterilmiştir. Bu filmi zorluklarla oluşturan Derviş Zaim iyi ki de senaryosuna sahip çıkmış ve tüm imkansızlıklara rağmen bu filmi Türk sinemasına armağan etmiş.