“Bizim için Manchester’dan başka bir şehir olmadı”

Röportaj|

Kadrosunu Chris Illingworth, Nick Blacka ve Rob Turner’dan oluşturan modern jazz tavrının yetenekli grubu GoGo Penguin 5 Nisan Çarşamba akşamı Babylon’da sahne alacak. Bu konser öncesinde Manchester çıkışlı üçlüyü hattın diğer ucunda yakaladık ve onlarla uzun soluklu bir röportaj gerçekleştirdik.

İlk olarak yeni konser turunuz hakkında konuşalım. Geçen haftalarda SXSW’da sahne aldınız. Nasıldı?

Muhteşem. Amerika turnesini birkaç gün önce tamamladık ve şu an İstanbul’dan önceki son durağımız olan Fransa’dayız. SXSW’da muhteşem anlar yaşadık. Oldukça kısa bir ziyaretti, ancak bu kısa süreçte hem Austin’i ziyaret ettik, hem de festival havasında yaşadık.

Şu an Fransa’da nasıl gidiyor her şey?

Her şey yolunda. En önemlisi jet lag olayını atlattık. Yani sanırım.  

En başa dönersek nasıl bir araya geldi GoGo Penguin?

Geçmişte farklı gruplarda çaldık. Ancak aynı yaşlardayız ve aynı şehirdeyiz. Demem o ki birbirimizden haberimiz vardı. Manchester önemli müzik sahnelerini içinde barındırır ve sana çeşitli gruplarla farklı sahnelerde performans sergileme fırsatı verir. Yaptığımız şey de buydu en başında. Bir gün bir araya gelip müziğin bizi nasıl birleştirdiğini görmenin çok ilginç olabileceğini düşündük. Aslına bakarsan her birimizin farklı müzikal geçmişi, müzikal merkezi var. Bu farklılıklarla bir şeyleri toparlayıp grup formuna sokmak kolay olmadı. Ama bizce bizi biz yapan ve hep birlikte bir soundun merkezinde kusursuzca toparlayan şey de bu zorluktu.

Oasis’ten Liam Gallagher “Manchester olmadan ben bir hiçim” der. Manchester’da, yani evde müzik yapmanın sizin için nasıl bir karşılığı var?

Bir müzik grubu olarak çalışmak için harika bir yer. Burada müziğinizi üretip canlı olarak çalmak ve insanlara ulaştırmak için çok değerli fırsatlar var. Başka bir yerde nasıl olurduk, nasıl üretirdik hayal bile edemiyoruz. Çünkü bizim için asla başka bir şehir olmadı. Başka bir şehirde yaşamadık. Manchester her zaman etkileyici bir müzik tarihine sahip oldu. Kendine ait stili ve öyküsü mevcut. Burada artık kendimize ait bir stüdyoya sahibiz. Çalışmak için özgün bir alanımızın olması sahiden de heyecan verici. Yeni albüm için şarkı çalışmalarına başladık ve bu stüdyo şarkı yazmak ve kaydetmek için harika hissettiren bir ortamı yaratıyor. Bunda şehrin de payı var tabii.

Bu sound konusunu biraz açalım istiyorum. GoGo Penguin müziğini oluştururken nelerden çıkış alır?

Şimdiye dek tüm şarkılarımız bizim elimizden çıktı. En başından bu yana böyle sürdürdük çalışmalarımızı. Nirvana, Smashing Pumpkins kimi grupların şarkılarını tekrar yorumlayarak başladığımızı hatırlıyorum. Fakat bu cover dönemi çok uzun sürmedi. Çünkü kendi şarkılarımızı yazıp, kendi tavrımızı bulmak zorunda olduğumuza karar verdik. O erken dönem bestelerimizin en iyi kayıtlarımız olduğunu söylemek zor, ama bize kendi müziğimizi üretmek için gerekli yolu açtığından eminiz.

Kariyeriniz boyunca acoustic, electronica, ambient ve jazz gibi tarzlara kapı açtınız. Bu kadar farklı müzik akımları bir araya getirme fikri nereye dayanıyor?

Her yere ve hiçbir yere. İlham aldığımız şeyleri salt tek janrın limitlerinde görmüyoruz. Çeşitli stillerde ve tamamen doğaçlama formunu takip ederek ilerliyoruz. Aklımızda “hadi şu ya da şu müzikal tavrı bir araya getirelim” gibi bir düşünce hiçbir zaman olmadı. Duyduğumuz ve hissettiğimiz müzik ne ise kategorileri ve sınırları yok ederek ona doğru gidiyoruz.

İkinci uzunçalarınızın Mercury Prize’ın kısa listesine alındığını hatırlıyorum. Bu sizin kariyeriniz açısından önemliydi, değil mi?

Ondan önce de kariyerimizi doğru yönde örmeye başlamıştık, ama elbette Mercury Prize’ın kısa listesinde yer almak bizim için çok önemli bir adımdı. Bizi daha geniş kitlelerin keşfetmesine yol açtı ve bizim için kesinlikle değerli bir deneyimdi.

Sonuncu albümünüz Man Made Object iki yıllık sessizliğinizin ardından Şubat 2016’da geldi. Üzerinden bir yıldan fazla zaman geçmişken geriye dönüp bakınca neler hissediyorsunuz Man Made Object ile ilgili?

Çok değerli ve aynı zamanda çok stresli bir süreçti ama en sonunda oldukça mutlu olduğumuzu belirtmeliyim. Bizim için inanılmaz uzun bir yıl geride kaldı, o nedenle geriye dönüp detayları anlatmak kolay olmayacaktır. Yine de albümün ortaya çıkması güzeldi. Plak şirketimiz Blue Note ve tüm hayranlarımıza karşı büyük sorumlulukla hareket ettik.

Blue Note ile nasıl buluştunuz?

Hamburg’taki Überjazz Festival’da sahne almadan birkaç gün önce menajerimiz Don Was, Blue Note’un bizi izlemeye geleceğini söyledi. Şirketin Fransa ekibinden Nico Pflug gerçekten de bizi buldu ve konser sonrası birlikte keyifli vakit geçirdik. Geri dönüşleri çok olumluydu. Müziğimizi beğenmişlerdi ve masanın üzerinde bize sundukları teklifi görmemiz çok uzun sürmedi. Açık olarak şunu belirtmeliyiz ki Hamburg’daki o konseri kolay kolay unutamayacağız.

Daha önce birçok kez İstanbul’a uğradınız. O zamanlardan aklınızda kalan ve bizimle paylaşmak istediğiniz bir anı var mı?

İstanbul’daki ilk konserimiz bizim Birleşik Krallık dışındaki ilk konserimizdi aynı zamanda. Orada sıkı arkadaşlar edindik ve bizi direkt olarak boğaza nazır bir lokantaya götürdüler. Sonrasında epey geç bir saate kadar bira eşliğinde muhabbete kapıldık. Epey diyorum, çünkü neredeyse eve dönüş uçağını kaçırıyorduk. Keyfimiz yerindeydi ama. Tekrar İstanbul’a gelip aynı şekilde oralarda takılmayı dört gözle bekliyoruz.

Şu sıralar en çok kimleri dinliyorsunuz?

Son zamanlarda çok fazla Lukid, Ita Tel ve Radiohead’in son uzunçaları A Moon Shaped Pool’u dinliyoruz. Bonobo’nun yeni albümü Migration’ı da unutmadan ekleyelim.

Comments are closed.