Onu Before Midnight’ın kalbimize dokunan müziklerinde imzası olan kişi olarak tanıyoruz. Besteci ve icracı Graham Reynolds yalnızca filmlerle sınırlı kalmıyor ve dans, opera, senfoni, televizyon gibi saymakla bitirilemeyecek kadar çeşitlilik gösteren bir yelpazede müziğini üretiyor. Çok yönlü ve üretken sanatçının son çalışması Alfred Hitchcock’ın ilk orijinal filmi olarak bilinen The Lodger. Bu filmi farklı kılan en önemli özelliği ise bir sessiz film olması. Bu noktada Reynolds’ın müzikal vizyonu ve yeteneği devreye giriyor ve ortaya filmle birlikte ahenkle dans eden çağdaş bir film müziği çıkıyor.
Texas, Austin’e uzanan bir Skype bağlantısı gerçekleştirerek Graham Reynolds’la The Lodger’ın yaratım sürecine, çocukluğuna, deneyimlerine ve yürüttüğü projelere dair keyifli ve dolu dolu bir röportaj gerçekleştirdik.
Merhaba Graham. Değerli vaktinizi ayırıp benimle röportaj yaptığınız için teşekkürler.
Merhaba! Rica ederim, beni ağırladığın için teşekkür ederim.
Öncelikle geçtiğimiz günlerde yayımlanan The Lodger için tebrik etmek isterim! Nasıl hissediyorsunuz, şimdiye kadar aldığınız tepkiler nasıldı?
Çok teşekkürler. Gelen tepkiler oldukça iyi diyebilirim. Projeyi nihayete erdirmek aslında çok uzun zaman aldı. Aynı zamanda benim projeyi tamamlamam ve albümün yayımlanması arasında da uzun bir zaman dilimi var. Tarihini tam olarak hatırlayamasam da projeyi bahar aylarında bitirmiştik. Bu yüzden geri dönüşünü görmek, insanların dinlediğini ve üzerine yorum yaptığını görmek çok iyi hissettiriyor.
Yanlış hatırlamıyorsam prömiyeri 2017’de yapılmıştı değil mi? Aradan üç yıl geçmiş, yayımlanmasını beklemek için hayli uzun bir süre.
Evet, gerçekten de öyle oldu. Sonunda yayımlanabildiği için çok heyecanlıyım.
The Lodger’ın müziğini yeniden yorumlama fikri nasıl gelişti?
Arada duraklama dönemleri olsa da, yaklaşık 20 yıldır sessiz filmler için müzik üretiyorum. Sessiz filmlere çok uzun zaman önce Battleship Potempkin ile başladım. Austin’de Paramount Tiyatrosu adında çok güzel tarihi bir tiyatromuz var. Bir sessiz film üzerine çalışmak istiyorlardı. Birçok farklı fikir üzerine konuştuk. Sessiz film müziklerini yorumladığım birçok çalışmam olsa da, daha önce hiçbir Hitchcock filmi üzerine kafa yormamıştım.
“
Hitchcock gibi hayranlık uyandıran üst düzey bir sanatçının eseri üzerinde çalışma fikrine karşı koyamadık ve The Lodger’da karar kıldık.
The Lodger ilk orijinal Hitchcock filmi olarak biliniyor. Filmi yeniden yorumlama yaklaşımınızı detaylandırabilir misiniz? Bu süreçte ilham kaynaklarınız nelerdi?
Canlı performansı ve stüdyoda kaydedilen müziği birbiriyle ilişkili ama farklı sanat formları olarak görüyorum. Bu ayrım tiyatro ve film için de geçerli. Film ve televizyon müziklerini bestelemenin yanı sıra, ara vermeden albümler de kaydediyorum. Ağırlıklı olarak bilgisayar olmak üzere bunun için çeşitli araçlar kullanıyorum. İşin içine yazılımların da girmesiyle birlikte müzisyenler, canlı performanslar ve akustik enstrümanların bir kombinasyonu gerekiyor. Performansa baktığımızda bilgisayarın rolü çok daha az, daha ziyade içgüdüsel bir alan diyebiliriz. The Lodger için stüdyo araçlarını ve bu müzik tarzına uygun olan film müziği üretme araçlarını kullandım çünkü bir nevi tiyatro ve filmin bir kombinasyonuydu. Bu durum canlı, içgüdüsel, serbest müziğin yanı sıra tiyatro için kullanılan enstrümanların keskin ve geniş paletinden de yararlanmayı gerektirdi.
Görsel hikâye anlatımı ve çağdaş film müziği üretme tarzınız film boyunca birlikte akıp gidiyor. Gerçekten harika bir uyum yakalamışsınız. Aslında biraz bahsettiniz ama, hangi müzikal elementler atmosfere daha uygundu?
Melodiler yazmayı seviyorum. Güzel duygular hissettiren melodiler yazmayı seviyorum. Fakat aynı zamanda gürültüyü ve çılgın sesleri de seviyorum. Bu film ikisi arasındaki dengeye oldukça elverişliydi. Keman, çello ve piyanonun ortaya koyduğu güzel sesler ve oldukça yoğun ses dizaynı, deneysel ve gürültüye benzer seslerin kontrastı beni daha çok keşfetmeye itti.
Bu kontrast sanırım biraz da ekspresyonizm akımının hakimiyetinden kaynaklanıyor. Karanlık ve gerilimin yanında aşk ve seksin de yer aldığını görüyoruz, tüm unsurların aralarında karşılıklı bir etkileşim var. Tümünün The Lodger için müzik üretme sürecine yansıdığını gözlemliyorum.
Çok teşekkürler! Kesinlikle öyle. Bu filmde Hitchcock’a dair o kadar çok unsur var ki; klasik gerilim, gizem, ustaca işlenmiş bir şiddet ve tüm filme sinen karanlık. Ancak daha aydınlık, eğlenceli ve duygusal anlar da görüyoruz filmde. Bu anlar Scream ve Halloween benzeri filmler gibi ruha dokunuyor ve sizi yönlendiriyor.
Peki The Lodger için yepyeni bir film müziği yaratmanın mükafatları ve zorlukları nelerdi?
Elbette getirdiği birçok mükafat ve zorluk vardı ama aklıma ilk gelen şey aslında kendi içerisinde hem bir mükafat hem de bir zorluk taşıyordu. Bir film ya da televizyon projesi üzerine çalışırken avantajınız daha büyük bir ekibin parçası olmanızdır. Yönetmenin vizyonu sizin ilerleyeceğiniz yönü de belirler. Aslında daha geniş çaplı bir sanat eseri sunuyorsunuzdur; müzik bunun yalnızca bir bileşenini oluşturur. Sonuç itibarıyla, bazı işlerde yaptığım müziğe bazen gerçek anlamıyla bazen de sanatsal anlamda bütünüyle sahip olamıyorum. Yönetmen müzikten memnun olduğu an işiniz tamamlanmış demektir.Bunun çok büyük bir avantaj sağladığına inanıyorum çünkü yönetmen bağlama hakim olduğu için son kararın yükü benim omuzlarımdan kalkıyor. Öte yandan iş tamamlansa da tamamlanmasa da, içime sinse de sinmese de “Son kararı veren ben olamayacağım” düşüncesi büyük bir dezavantaj yaratabiliyor. The Lodger özelinde ise avantajım Alfred Hitchcock ile çalışma şansını yakalamak ve kararları benim verebiliyor olmamdı (Gülüyor). Normalde film ve televizyon müziklerini bestelerken elimde olmayan kontrolü burada yakalayabildim.
Kendi deneyiminizden yola çıkarak film müziği hazırlama sürecinde sessiz filmler ve diğer modern filmler arasındaki en önemli farklılıkların neler olduğunu anlatabilir misiniz?
Yönetmen ile kurduğunuz ilişki kesinlikle en önemli farklardan birini temsil ediyor ama tüm farklılıkların arasında müzik çok daha büyük bir rol oynuyor. Örneklendirecek olursak, Before Midnight’ın müzikleri oldukça ilgi gördü ve beğenildi fakat filmi incelediğiniz zaman toplamda yalnızca 8 parça (cue) var, uzun sürmüyorlar ve filmin büyük bir çoğunluğunda müzik yok. Ancak The Lodger söz konusu olduğunda neredeyse filmin her saniyesi müzikle dolu zira herhangi bir diyalog ve ses bulunmuyor. Bu durum bale müziklerini besteleme süreci ile benzerlikler taşıyor. Benim yaratım sürecimde ses sanatın bir parçası haline geliyor. İşte bu yüzden iki film türü arasında çarpıcı farklılıklar bulunuyor. Daha modern ve daha yakın tarihli filmlerin müziklerini hazırlarken “Aa, yapılacak ne az iş var!” diye şaşırıyorum. Bir ya da bir buçuk saatlik müzikler bestelemek yerine toplamda yalnızca 20 dakika sürecek müzikler besteliyorum çünkü. Söz konusu farklılık filmler için müzik yaratma sürecimde de bana pratiklik kazandırdı diyebilirim.
Başlangıçta size film müziği yapmaya iten şey neydi?
Film müziklerine hep ilgi duymuşumdur. Hatırladığım kadarıyla küçüklüğümde ailemle birlikte senfoni konserlerine pek gitmiyordum ama sinemaya sık sık giderdik. 70’li yıllarda orkestra düzenlemelerinin hâkim olduğu film müziklerine ilgi duymaya başlamıştım. Star Wars izlediğim ilk filmdi. O görkemli orkestra düzenlemesini dinledikten sonra çok küçük sayılabilecek bir yaşta müziğin bir filmi ne ölçüde değiştirebileceğini ve deneyimin ne denli büyük bir parçası olduğunu kavramaya başlamıştım. Austin’e taşındığım ve orada konser vermeye başladığım zamanlarda aklımda film müziği besteleme düşüncesi yoktu. Eğer film müziği üzerine bir kariyer isteseydim Teksas yerine Los Angeles’a taşınmam gerekirdi (Gülüyor). Deneysel kısa filmler, öğrenci filmleri gibi küçük çaplı işler için istek geldiğinde kabul ettim ve serüven böylece başlamış oldu. Sonrasında Richard Linklater’la çalışma ve onun filmleri için müzik besteleme fırsatım oldu. Önüme çıkan imkanları değerlendirerek küçüklüğümden beri ilgim olan bir alanda üretme şansını yakaladım.
Film müziklerinin yanı sıra aynı zamanda tiyatro, dans ve opera eserleri için de müzikler ürettiniz. Farklı projeleriniz birbirini etkiliyor mu?
Harika bir soru. Aynı anda birden fazla proje üzerinde çalışmayı seviyorum. Bazı insanlar tam olarak verim alabilmek adına yalnızca bir işe odaklanmayı tercih edebiliyorlar. Ben birçok projeyle aynı anda ilgilenmeyi seviyorum çünkü birbirlerinden besleniyorlar. Film müzikleri besteleme konusunda öğrendiğim her şey söz dağarcığımı genişletiyor, düşünüş ve yaratım sürecimi doğrudan etkiliyor ve öğrendiklerimi üzerinde çalıştığım diğer projelere yansıtabiliyorum. Tüm projelerim birbirinden farklı olsa da kreatif olarak birbirlerini besliyorlar.
Tarzınızın oluşmasında etkili olan besteciler veya sanatçılar kimler?
Büyüdüğüm evde küçük bir pikabımız vardı. Erkek kardeşimle birlikte müzik dinlerdik. O dönemde paramız olmadığı için babamızdan bize plak almasını isterdik ve o plaklarla kendi koleksiyonumuzu oluşturduk. Babamın koleksiyonunda 60’lı yılların rock kayıtları ağırlıktaydı; Beatles, Stones, Beach Boys gibi. Öte yandan içerisinde Beethoven, Haydn ve Bach’ın yer aldığı klasik müzik koleksiyonunu da sık sık dinliyorduk. İlerleyen yıllarda koleksiyonuma daha çok plak ekledim. Benim için daha önce duymadığım müzikleri yakalamak öncelikliydi. “Chinese percussion music” dinliyordum mesela. Sürekli dinleyecek yeni bir şeyler arıyordum. Pop müzik de dinliyorum, dinleme deneyimi daha karmaşık olan deneysel müzikleri de dinliyorum. Birbirinden farklı kayıtlara kulak vermeye çalışıyorum.
Film müzikleri besteleme üzerine bir kariyer planlayan kişilere tavsiyeleriniz neler olurdu?
Yine çok güzel ve kapsamlı bir soru. Herkesin yaklaşımı farklı ve herkesin tekniğinde işe yarayan unsurlar değişiklik gösterebiliyor. Yine de şunu biliyorum ki bu işi gerçekten yapmak isteyenler ilhamın ona gelmesini beklemez. Üretirler, üretirler, üretirler ve sonunda nasıl üretmeleri gerektiğini öğrenirler. Başarısız da olabilirler. Bu çok normal. Ne kadar üretirseniz, o kadar çok öğrenirsiniz. Onlar üretmek için o mükemmel konseri ve koşulların mükemmel olmasını bekliyorlar. Teklifleri reddetmemek ve elimden geldiğince üretmek benim kariyerimin anahtarıydı.
Tavsiyeleriniz için çok teşekkürler. Henüz hazırlık aşamasında olan ve bize detaylarını verebileceğiniz projeler var mı?
Yürüttüğüm projelerin sayısı oldukça fazla. Büyük bir proje üzerine çalışıyoruz, Meksikalı ve Teksaslı bestecilerin ve prodüktör DJ’lerin bir araya geldiği bir çalışma. Geniş bir sample kütüphanesi oluşturmayı ve bir albüm kaydetmeyi hedefliyoruz. Sonrasında konserlerimiz olacak. Çalışmalarımızı gelecek yıl bahar aylarında yayımlamayı planlıyoruz. Amerika-Meksika sınırının oldukça politik hale geldiği şu günlerde, işbirliğine imza atıp bir nevi kültürel bir köprü görevi üstlenmesini amaçlıyoruz. Nefret sınırları belirlememeli.
Harikaymış! Pandemi sona erdikten sonra Avrupa’da konser vermeyi düşünüyor musunuz?
Avrupa’da çok uzun yıllardır konser vermedim. Londra merkezli Fire Records’la çalışmaya başladığım için bunu yapmanın zamanının geldiğini düşünüyorum. Türkiye’de de konser vermeyi çok isterim.
Spotify hesabınızdaki “Burada Dinliyorlar” listesinde İstanbul ilk sırada! Bana oldukça ilginç geldi. (Gülüşmeler) Nedeni nedir sizce?
Ben de çok şaşırdım! (Gülüyor) Austin’de yaşıyorum ve İstanbul yaşadığım şehirden daha fazla dinleme oranına sahip. Yanılıyor olabilirim ama sanıyorum bunun nedeni Before Midnight’ın Doğu Akdeniz’de çekilmiş olması ve soundtrack içerisinde bazı geleneksel şarkıların da bulunması. Filmin orada büyük bir izleyici kitlesinin olduğunu tahmin ediyorum. Yunanistan’a baktığımızda da aynı şekilde dinleme oranları yüksek ama bu yalnızca benim tahminim elbette.
Belki de pandemi sona erdiğinde İstanbul’a gelmeniz için bir işarettir bu.
Umarım öyle olur. Spotify’da listenin ilk sırasında İstanbul’u gördüğümde “İstanbul’a gitmeliyim!” diye düşündüm.
Sizi Türkiye’de dinlemekten mutluluk duyarız. Benim sorularım bu kadardı, eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Keyifli bir sohbetti, teşekkür ederim. Türkiye’yi ziyaret edebileceğim günleri dört gözle bekliyorum.
Benim için de sizinle sohbet etmek büyük bir keyifti. İyi günler!