Şarkılarında yeraltı tonlara sıklıkla yer veren bir ekip Death and Vanilla. Şimdiye kadar üç uzunçalara imza attılar. Bunları dışında barkotsuz EP denemeleri de var. Fire Records aracılığıyla geçtiğimiz günlerde yayımlanan To Where the Wild Things Are adlı yeni albüm ise onları Ada’nın ilgisiyle tanıştırmış durumda. Grubun ismini henüz ilk kez duyuyor olabilirsiniz. Telaşa mahal yok. Detaylı bilgi için İskandinavya topraklarına yelken açtık ve ekipten Anders Hansson’a ulaşıp bazı sorularımıza yanıt istedik.
Bize Death and Vanilla’dan bahsedebilir misiniz biraz? İki temel soru daha eklemek isterim: Nerede yaşıyorsunuz ve ne zaman bir araya geldiniz?
Malmö, İsveç’te yaşayan bir müzik grubudur Death and Vanilla. Kadrosu Marleen, Anders ve Magnus’tan oluşmaktadır. İlk olarak 2008 yılında birlikte müzik yapmaya başladık, ancak bu başlangıç çok yavaş gerçekleşti diyebiliriz. O kadar ki, ilk birkaç yıl sadece şarkı sözü yazdık. Her şeyin başlangıcında tam olarak ne yaptığımızı bilmiyorduk doğrusunu istersen. Yalnızca içimizden geldiği gibi takılıyorduk. Daha sonra yazdığımız ‘Run Rabbit Run’ ilk gerçek çıkış noktamız oldu ve yönümüzü belirledi.
İsminizin arkasındaki hikaye nedir? Death and Vanilla sizin için ne ifade ediyor?
Herhangi bir gizli mesaj yok. Grubun ismi çocukluk çağlarımızda sahip olduğumuz şirin mi şirin dostlarımızdan geliyor. Birimizin Death ve Vanilla olarak çağırdığı biri beyaz diğeri siyah olmak üzere iki tane tavşanı vardı. O ikili artık bizimle. Grubumuzda yaşıyorlar yani.
Üçüncü stüdyo albümünüzü yayımladınız geçtiğimiz günlerde. Kayıt sürecinde nasıl ilerlediniz? Grup olarak nasıl bir stüdyo disiplinine sahip olduğunuzu merak ediyorum açıkçası.
Birkaç yılda tamamlanan bir süreçti. Aslında bu albüm için başka formüller aramadık. Yazım ve kayıt süreçleri bizim için her zaman aynı yönde oluyor. Bir anda oturup başından sonuna kadar şarkıları tamamlayarak stüdyo kaydını bitirmiyoruz. Bütün şarkılar kaydettiğimiz bir şeyle başlıyor. Aynı drum beat ya da bassline hattında daha önceden bulduğumuz bir sound gibi mesela. Daha sonra ise diğer enstrümanları teker teker ana ritme ekleyerek doğru olduğunu düşündüğümüz ses ortaya çıkana kadar çalışmaya devam ediyoruz. Her şeyi prova alanımızda kaydediyoruz.
To Where the Wild Things Are önceki işlerinize kıyasla nerede duruyor? Sanki klasik pop ile darkwave tavrına aynı anda yer açıyorsunuz.
Bu daha evvel de izlediğimiz gibi doğal bir çalışma şekli. İlk albüm belki yoğun karanlığın içindeydi. Tüm parçalar aşağı yukarı aynı modaydı orada. Oysa “To Where The Wild Things Are” daha fazla deneysellik ve çeşitliliğe ulaşıyor. Ayrıca biraz daha hafif ve açık bir sound’a sahip. Daha önce hiç yazmadığımız kadar pop şarkılar burada yer alıyor mesela. Aynı zamanda birtakım deneysel ritimler de duyuluyor içerikte. Bunun bir tezat oluşturduğu söylenebilir belki, ama bizce Death and Vanilla sadece bir şey değil. Birçok kaynağımız ve ilham durağımız var. Tam da bu nedenle güçlü melodiler kadar deneysel işlere de meraklıyız.
Bundan birkaç yıl önce bir soundtrack projesine imza attınız. Bir röportajınızda “Bu tür işlerde daha sık bulunmak istiyoruz” diyorsunuz. Beyaz perdeye sizi çeken şey ne?
Bu sorunun en basit cevabı sinemaya bayılıyor olmamız. Ayrıca soundtrack’leri dinlemeyi de çok seviyoruz. Eğer iyi bir filmin içindeysen doğal olan ne varsa hissediyorsun, kurtuluşun yok. Senin bahsettiğin projelerden biri Vampyr için yaptığımız müzikler. Çok eğlenceliydi. Deli gibi uğraştık, yorgun düştük, ancak en önemlisi büyük keyif aldık. Ödünç aldığımız bir projektörü prova odasının duvarına yansıtıp zifiri karanlığın içerisinde filmin aydınlattığı mekanda çalmıştık. Daha önceden yazdığımız küçük şeyleri kullanmıştık materyal olarak. İlginç bir deneyimdi. Aynı yöntemi Roman Polanski’nin bu yılın başında İspanya’daki film festivalinde gösterilen filmi The Tenant için de uyguladık ve yine benzer güzellikleri hissettik.
Son günlerde neler dinliyorsunuz?
Her birimiz tamamen müzik junkie’leriyiz. The Birthday Party, Sven Libaek, Alice Coltrane, Clock DVA, The Greg Foat Group, Mort Garson, Ela Orleans, Hawkwind, These Immortal Souls, Francesco De Mas dinlediğimiz şarkıcı ve grupların bazıları.
Grubun gelecek planları neler?
Sahne almak. Şarkılarımızı olabildiğince çok insana ulaştırmak istiyoruz. Konserler bu açıdan hayati öneme sahip. Ayrıca bu ayın sonunda duyuracağımız EP’den de bahsedebiliriz. İçinde daha önce hiçbir albüme koymadığımız ‘California Owls’ ve ‘Follow The Light’ gibi iki şarkı da bulunacak. Tüm parçalar ön sipariş olarak satışta şu anda. Adım adım ilerlemeye çalışıyoruz. Planlarımız da ucu açık gelecekten çok anı nasıl değerlendirmemiz gerektiğine yönelik.
Sanırım şu an Avrupa’da bir tur hazırlığı içindesiniz. Nasıl gidiyor?
Yoğun geçen bahar dönemini saymazsak albüm sonrası birkaç konserimiz oldu, ama esas bu sonbaharda Avrupa’da bazı sahneler planlıyoruz. Eylül’den başlayarak Almanya, Hollanda, Fransa, İngiltere ve İskoçya’da olacağız. Sabırsızlıkla bekliyoruz. Her şeyin güzel olması tek dileğimiz.