Doğru dalgayı beklemek

Portre|

Thom Yorke “İnsanlar dünyada olup biten şeylerle ilgili endişeleniyorlar evet ama onları kızdırmak çok zor. Zor olan insanları kızdırmak” diyor Zane Lowe ile yaptığı en son röportajında. (Yazı: Yazın Kaçan)

Dünyanın en iyi grupları arasında gösterilen ve bu yıl itibarıyla Rock and Roll Hall of Fame’e kabul edilen Radiohead’in vokali ve beyni, kimilerine göre müziği yeniden değiştiren adam Thom Yorke yeni albümü Anima’yı geçtiğimiz günlerde yayımladı. İlk gitarını yedi yaşında eline alan ve on yaşında efsanevi grup Queen’in gitaristi Brian May’den etkilenerek kendi gitarını yapan, on bir yaşına geldiğindeyse ilk şarkısını yazmış olan Yorke’un hayatı varoluşsal sancılar, baş etmekte zorlandığını itiraf etmekten çekinmediği ünü, tüm bunlardan etkilenerek sürekli evrim geçiren müziği ve küresel ısınma, politika gibi konulardaki sert duruşuyla şekillenmiş. Şimdi elli yaşında ve iki çocuk babası olan bu nedenle kendini bir sonraki nesle karşı daha da sorumlu hissettiğini söyleyen Thom Yorke’un müziğini ve inanılmaz başarılarının yanı sıra herkes gibi travmalarla da dolu hayatını inceliyoruz.

1968 yılında felçli bir sol gözle doğan İngiliz müzisyen altı yaşına gelene kadar beş ameliyat geçirmiş ve “beceriksizce” yapıldığını söylediği son ameliyatı sonrası göz kapağı düşük kalmış. Görünüşünün ve görünüşüyle dalga geçilmesinin de etkisiyle içine kapanık bir çocukluk geçiren Yorke’un öğretmenlerinden biri müzisyeni “Kendini izole eden ama aslında çok konuşkan ve güçlü fikirlere sahip biri” olarak hatırlıyor.

Tam adı Thomas Edward Yorke olan sanatçı Abingdon Devlet Okulu’nda tanıştığı Jonny ve Colin Greenwood, Ed O’Brien ve Philip Selway ile On a Friday isimli bir grup kuruyor. Grubun ismi sadece cuma günleri prova yapmalarına izin verilmelerinden geliyor. 1991 senesinde Parlaphone plak şirketiyle anlaşacak ve isimlerini bir Talking Heads şarkısından esinlenerek Radiohead olarak değiştirip milyonlarca insanı kendine hayran bırakacak grup henüz tüm bunlardan habersiz eğitimleri nedeniyle bazen birlikte müzik yapmaya ara vermek zorunda kalsalar da üretmeye devam ediyorlar. Bu sırada Exeter Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde eğitimine devam eden Yorke hayatını şekillendirecek iki insanla daha tanışıyor: Birlikte iki çocuk yapacağı, yirmi üç yıl boyunca partneri olacak Rachel Owen ve Radiohead’ın tüm albüm kapaklarını tasarlayan Stanley Donwood.

Radiohead’in daha önce başka çalışmaları olsa da çıkış albümü olan Pablo Honey 22 Şubat ’93’te yayımlanıyor ve özellikle Yorke’un “Ben bir ucubeyim / burada ne yapıyorum / Buraya ait değilim / Keşke özel olsaydım” dediği ve bir dönem BBC Radio One tarafından “çok depresif olması” nedeniyle çalınması yasaklanan Creep parçasıyla ilgiyi üzerine topluyor. 1995 yılında The Bends albümü yayımlanıyor ve Thom Yorke’un en iyi söz yazarı olarak gördüğü, müziğinin şekillenmesinde de çok büyük rol oynayan Michael Stipe’ın grubu REM’in Avrupa turnesinde ön grup olma şansını elde ediyorlar.

Bu sırada bir çok grubun kariyerine kıyasla çok hızlı gelen başarı ve ün Thom Yorke için altından kalkılamaz bir yük haline gelmeye başlıyor. Bazen sahneye çıkamayacak kadar ağır içmeye, yıllar sonra bir çok röportajında pişmanlıkla bahsedeceği gibi saçını boyatmaya ve saçına eklentiler takmaya ve kendine zarar verecek şeyler yapmaya başlıyor.  Bu süreçte “Kahramanım” dediği Michael Stipe ünle baş etmek konusunda en büyük destekçilerinden biri oluyor.

Sanatçının “Çocukken ünün bir şeylere cevap olacağını sanırdım. Bir boşluğu dolduracağını filan. Ama bunun tam tersini yapıyor” diyerek özetlediği o günlerde, OK Computer’ın yayımlandığı 1997 yılında, Thom Yorke psikolojik bir çöküş yaşıyor. Yıllar önce On a Friday grubuyla verdiği ilk röportajında “Başarısız olmak gibi bir şansımız yok” diyen Yorke yıllar sonra başarısının ağırlığı altında ezilmeye başlıyor.

Şunu da belirteyim: Yorke bu zorlukları yaşayan tek grup elemanı değil. 1998 yılında grup Meeting People is Easy isimli bir belgesel yayımlıyor. 90 dakikalık bu belgesel grubun dünya turnesinden kısa performans görüntüleriyle birlikte yapmak zorunda kaldıkları onlarca promosyon, kaydetmek zorunda kaldıkları radyo anonsları ve özellikle röportajlarda duydukları aptalca sorulardan oluşuyor. Belgeseli izlerken şarkı isimlerini yanlış söyleyen ve “Müzik sizin için ne ifade ediyor?” / “Grubu kurmanızdaki amaç neydi?” / “Britpop ile yakınlığınız var mı?” gibi sorular soran muhabirler adına utanıyor, bu sorulara cevap vermeye çalışan grup elemanlarını gördükçe de üzülüyorsunuz.

Bir multi-enstrümanist olan Thom Yorke tüm bunlardan uzaklaşmak için bir süre Cornwall’a taşınıyor ve sadece piyanoyla şarkı yazmaya başlıyor. Bu sırada neredeyse tamamen elektronik müzik dinlemeye başlıyor ve çok etkileniyor. Bu dönemi ve elektronik müziğin üzerindeki etkisini şöyle tanımlıyor: “Müzik tamamen belirli yapılardan oluşuyordu ve içinde insan sesi yoktu ama bana gitarla yapılan müziğin hissettirdiği kadar yoğun şeyler hissettirdi.” Gitar yerine atmosferik synthler ve drum machine’in yoğun olarak kullanıldığı 2 Ekim ’00 tarihli Kid A ve 5 Haziran ’01 tarihli Amnesiac albümlerinde sanatçının elektronik müzikten aldığı ilham kendini apaçık belli ediyor. Bu etki o dönemde eleştirmenler kadar grubun hayranlarını da ikiye bölüyor. O zamanlar tartışma yaratan bu albümlerden özellikle Kid A şu an grubun müziğinin kırılma noktası, Yorke’un dehasının göstergesi ve çağımızın en önemli albümlerinden biri olarak kabul ediliyor.

Yorke’un keşfetmeye başladığı elektronik müzik dünyası solo kariyerinin de temelini oluşturuyor. İlk olarak 10 Temmuz ’06 tarihli Eraser, sonra BitTorrent üzerinden 26 Eylül ’14 tarihinde yayımlanan Tomorrow’s Modern Boxes ve son olarak da bu yıl, bir de kısa filmin eşlik ettiği Anima albümlerini yayımlıyor. Looplardan oluşan bir albüm yapma fikri aklına geldiğinde bu parçaların canlı çalınıp çalınamayacağını merak eden ve bir kaç arkadaşını çağırmaya karar veren Yorke’un her biri şahane müzisyenlerden oluşan arkadaşları şunlar: Red Hot Chili Peppers’in basçısı Flea, Beck ve REM’in davulcusu Joey Waronker, David Bryne’la çalan perküsyonist Mauro Refosco ve yıllardır tüm albümlerini birlikte yaptığı Nigel Godrich. Sonuç kendisinin deyimiyle “Bir bombanın patlaması gibi” oluyor. Atoms for Peace diye bilinen bu süpergrup bir çok yerde daha sonra Yorke’un elektronik dünyasını birlikte sahneye taşıyor.

Yakın bir zamanda “Belki biraz fazla sertti” dediği, 9 Haziran ’03 tarihinde yayımlanan grubun en politik albümü Hail to the Thief Yorke’un savaşlar, silahlanma ve politikacılar ile ilgili düşüncelerinin müzik formunda bizlere sunulmuş hali. Hala Greenpeace ve Friends of the Earth gibi çevreci gruplarla çalışmalar sürdüren, küresel ısınma gerçeğinin geceleri kendisini uyutmadığını anlatan ve aynı zamanda vejetaryen olan Yorke insanların endişelendiklerini ama kızmadıklarını ve insanları bu konularda kızdırmanın işin en zor tarafı olduğunu düşünüyor.

1994 yılında verdiği bir röportajda kendisiyle ilgili en büyük mitin ne olduğu sorulduğunda “Kızacak hiçbir nedeni olmayan kızgın, şımarık bir çocuk” olarak görülmesi cevabını veren Yorke bugünlerde her gün aksatmadan yoga, meditasyon yaptığını ve koştuğunu, üretim sürecini kendini hırpalamadan geçirmeyi öğrendiğini, dinlenmenin önemini fark ettiğini söylüyor. Yapmaktan en çok keyif aldığını söylediği şey ise sizi şaşırtabilir ama sörf. Doğru dalganın gelmesini sakince beklemenin, eğlencenin en büyük kısmını oluşturduğunu düşünüyor; ama bu sizlere Yorke emekliye ayrılıyor ve kızgınlığını kaybediyor diye düşündürtmesin. Tam tersi kocaman bir denizde boğulmak pahasına istediği dalgaya ulaşmaya çalışan ve bolca su yutan genç bir adamdan çok, doğru dalganın geleceğini bilen ve sabırla onu bekleyen bir adam ve müzisyen var karşımızda artık.

Comments are closed.