Chernobyl ne birkaç mühendisin abartılmış yaşam hikayesi, ne tek başına Sovyet İmparatorluğu’nun tabuta girmeden önceki son resmi, ne de Demir Perde tarafına Hollywood’dan atılan alelade bir taş. Chernobyl hiç olmadığı kadar sade, hiç olmadığı kadar gerçek bir dille tarihin kara bir sayfasını gözler önüne seriyor.
Johan Renck yönetmenliğinde kaydedilen toplam beş bölümlük HBO dizisinin etkisi çok yüksek oldu. Bir televizyon yapımı yakın dönemin bu karanlık odasına tekrar ışık tuttu. Aslında Çernobil orada bir yerde. Yerini biliyoruz. Kilometrelerce alanın yasaklı bölge olduğunun, santral ve çevresinde hala çok yüksek radyasyon değerlerinin ölçülmesi nedeniyle bölgenin yaşamdan soyutlandığının farkındayız. Yine de bu böyledir. Bilirsin, ama zamanla önemsemezsin. Birileri ölmüştür, birileri evsiz kalmıştır, birileri lanetlenmiştir. Ama zaman da geçmiştir. Önemsemezsin. Önüne bir belgesel ya da bir film ya da bir dizi ya da bir kitap düştüğünde bildiğini sandığın gerçeğin aslında keşfedilecek daha çok tarafları olduğunu fark edersin. İşte Chernobyl bunu yapıyor.
Karakterleri tek tek incelemek benim açımdan gereksiz. Kaldı ki yapımın başından finaline kadar olay örgüsünün merkezinde yer alan ve yapımcı Craig Mazin’in “O kurgusal karakteri hikayeye ekledik çünkü birçok bilim insanı sert baskılara rağmen gerçeğin peşinden gitti. Tümüne saygı duruşudur onun varlığı” dediği ve Emily Watson tarafından canlandırılan Ulana Khomyuk haricinde dizideki insanların tamamı gerçek. Ölen binlerce insan. Gerçek. Katledilen binlerce hayvan. Gerçek. Tamamı bundan otuz üç yıl önce Pripyat kentinde bulundular.
“Dostlarımızdan ve düşmanlarımızdan özür dilemek zorunda kaldım” diyen ülke lideri Mikhail Gorbachev. Vanaları açıp çekirdeğin alt tabakasının toprağa ve oradan da doğal yaşam sularına karışmasını engelleyen üç işçi. Dördüncü reaktörün hizasında tünel kazan ve çoğu yaşlanmadan ölen madenciler. Altında çalışan mühendislere göz açtırmayan, onların uyarılarını dikkate almayan, ve bu sertliğiyle felakette parmağı olan Anatoly Dyatlov. Olayları araştırması için Politbüro tarafından Çernobil’e gönderilen Boris Shcherbina. Gerçeği saklamak, halkın kendi yararına olan devlet adımlarını engellememesi amacıyla yalanlara sarılmak, radyasyon ölçümlerinin tam tersini söylemesine karşın bölge halkını oradan çıkartmaya gerek olmadığını söylemek. Tehlikeli sonuçları olabileceğine dair raporları arşivden çıkarıp reaktörü ve santrali daha ucuz malzemelerle kurmak. Bunların tamamı gerçek.
Valery Legasov. Gerçek. KGB tarafından izlenen, yaşamdan, arkadaşlarından, bilim çevresinden, kedisi hariç her şeyden uzaklaştırılarak ama hapse atılmayarak cezalandırılan bu profesör gerçek. İntiharıyla hikayenin başlaması aslında bizi neyin beklediğini de fısıldıyor. Ölüm. Dezenformasyon. Karanlık. Çaresizlik. Bir bilim insanı her şeyi değiştirebilir mi? Zamanı geri alırcasına yaşanmış bir katliamın etkilerini sıfıra indirebilir mi? Hayır. Ama bu etkileri azaltabilir. Yaşamı pahasına bunu yapabilir. Elli bir yaşında ölmeyi, hem de intihar etmeyi göze alarak bunu yapabilir.
Tıpkı Legasov’un yaptığı gibi. Her ne kadar felaketten hemen sonra Viena’daki toplantıda aksini söyleyip Batı’yı yalanlarla ikna etmeye çalışmış olsa da bundan pişmanlık duyup birkaç yıl sonra doğruları ifşa edebilir. Hayatına son vermeden hemen önce kasetlere kaydettiği sözler tarihe ışık tuttu. Onu silmeye, onun adını unutturmaya çalışanları intiharıyla yanılttı ve işte ölümünden otuz sene sonra onu yine hatırlıyoruz. Onun adını yine hafızamıza yazıyoruz. Onu susturmak isteyenler, gerçeği yok etmek isteyenler ise tarihin çöplüğündeki yerlerini alalı çok oldu.
Son düzlükte sözü Legasov’a bırakalım: “Bilim insanı olmak saf olmaktır. Gerçeği aramaya o kadar odaklanmıştık ki onu bulmayı aslında ne kadar az kişinin istediğini göremedik. Ama biz görsek de görmesek de, görmeyi tercih etsek de etmesek de gerçek hep oradadır. Gerçek, bizim ihtiyaçlarımızı ya da isteklerimizi umursamaz. Hükümetlerimizi, ideolojilerimizi, dinlerimizi umursamaz. Her zaman pusuda bekler. Bu da nihayetinde Çernobil’in hediyesi oldu. Önceden doğruların bedelinden korkarken şimdiyse sadece şunu soruyorum: Yalanların bedeli nedir?”
Yalanların bir maratonun çıkış çizgisinde öne geçebileceğini görüyoruz Chernobyl’de. Ancak bitiş çizgisinde yarışı kazanan muhakkak gerçekler oluyor. Chernobyl sadece beş bölümlük bir dizi. Bıraktığı etkiler ve hatırlattığı acılar ise tarihin tozlu sayfalarını tekrar gün yüzüne çıkarıyor ve insanlığın kendi kendine yaptığı acımasızlığı gerçeklerin tanıklığında aktarıyor.