İlk Yayın // In Hoodies – It’s Alright

İlk Yayın|

Murat Kılıkçıer liderliğindeki In Hoodies’in yeni video çalışması It’s Alright prömiyerini BacktotheSound YouTube kanalında gerçekleştiriyor! Ceren Ata imzalı söz konusu video hakkında genel yayın yönetmenimiz Bekir Özgür Aybar, Sessizliğin Uğultusu adında bir öykü kaleme aldı. (English below)

Her şeyden çok inanıyorum ona. Yeniden başlamak istiyorum dediğinde ciddiydi. Her şey yoluna girecek dediğinde de öyle. Bana sarıldığında yaşadığımı hissediyorum. Yaralarını kapatmak, onu mutluluğa ikna etmek istiyorum. Onun suretindeki haykırışı biliyorum. Bakışındaki hüznü biliyorum. Hayal kırıklığını, yaralarını, göz damar hatlarını, pencerenin dışındaki koca evrene karşı kendini siperde hissedişini biliyorum. Kendi suretimden daha fazla biliyorum. Kendi yaralarımdan, hayal kırıklıklarımdan daha iyi biliyorum. Aynanın karşısında kendime baktığımdan daha fazla onu izledim, onu inceledim. Geleceğe dair zerre umudum varsa ona emanet ettim.

Küçük dünyasında sessizliğine ve sakinliğine gizler tüm fırtınasını. Sessizlik anlatsın ister her şeyi. Kimse konuşmasa da olur. Sessizlik çözsün. Gece yarısı duvar saatinin tüm evin köşelerine çarpıp büyüyen o ritmik sesinde uyumak bir ninni etkisidir onun için. Tam o anlarda başucuna alelade astığı en sevdiği grubun son albümüne ait postere bakar. O bakışta albümün şarkılarını yaşamaya başlar. Duyduğu tek müzik zamanın ilerleyişinin, sonsuzluğa akışının duvar saatindeki yansımasıyken o baktığı albüm afişiyle o şarkıları kanırtarak beynine işler. Sözler ve ritim kafasının içinde dünyanın uzay denilen sonsuzlukta hiçliğe döndüğü gibi döner. Durmadan. Hiç durmadan. Aptalca. Sanki bir anlamı varmış gibi. Sanki tarih boyunca kendini bir bok sanan onca insan gerçekten bir bokmuş gibi. Sonra gözleri kapanır. Zihnindeki şarkılar, saatin sesi, içindeki fırtına, sessizlikteki büyük uğultu onu hep birlikte uykuya gönderir.

Uyku. Bir insanın ona yenik düşmeden önceki son düşünceleriyle boş arazide adilce savaşmasıdır. Rüya. Bir insanın çoktan kaybettiği sevdikleriyle zamanı durdurmak isteyip de durduramadığı o güne ulaşıp kendi gerçekliğinde yaşamasıdır. Kabus. Kabus bir insanın kendini her şeyden gizlemek isteyeceği yerde yaşamaya çalışmasıdır.

Sabah ormanda yürüyüş yapacağım. Ama şimdi onun yanındayım. Başı döndüğünde uyanır. Uyanınca bana bakar. Sırt boşluğumu öper. Sonra tekrar uykuya dalar ve tekrar baş dönmesiyle irkilir. Bir keresinde bunun sebebini açıklarken gördüğü rüyanın etkisiyle, o zamansızlığın şehvetiyle başının döndüğünü ve bu odaya tekrar gözlerini açtığını söylemişti bana. Uykudan kabusa uyanmak buydu işte. Bir anda dağınık odaya göz açmak mı şok ediyordu onu? Saatin tik-takları. Posterdeki şarkılar. Boyası dökük duvarlar. Pencere dışında uykuya çoktan dalmış zavallı bir şehir. Ben. Bakışındaki mutluluğu görüyorum. Mutlu olma çabası bu. Bana bakarken ne kadar kendisi, ne kadar mutlu olmaya çalışan bir başkası anlamaya çalışıyorum. Bunu anlamak onun zihnine dalmak demek. İstesem bunu yapabilirim. Zihninde benim için ayırdığı bölümde kendimi bulabilirim. Ama korkuyorum. Onun kabusu olmaktan, bununla yüzleşmekten korkuyorum. Gülüşünün sahteliğiyle sevişebilir ya da o sahteliği deşip birkaç saat önce mezarına indirilen ve yılanlar tarafından ısırılmakta olan taze ceset kadar ruhsuz gerçekleri bulabilirim. Hayır, bunu yapmayacağım.

Onun tekrar uyumasına ve uyandığında bana sevgi dolu görünmeye çalışmasına izin vereceğim. Onun bana yalan bir hayat sunmasına izin vereceğim. Onun bana kendi yerine, kendi suretini içine gizlediği bir başka insanı sunmasına izin vereceğim. Onun tüm bunları yaparken benim her şeyden bihaber olduğumu düşünmesine izin vereceğim. Onu tanıyorum. Onun için yaşıyorum. Onun sessizliğini, yaralarını, özlemlerini yüz yaşındaki bir insanın öz oğlunu tanıyamayışı kadar saflık içinde seviyorum. Siz hiç sessizliği okşadınız mı? Siz hiç fırtına ortasında kaçmayıp savaştınız mı? Siz hiç her şeyin yoluna gireceğine inanmasanız da kendinize bunu söylemeyi unuttunuz mu? Siz hiç herhangi şarkının içinde hapsolmuşcasına bir hayat keşfettiniz mi?

Şimdi uyuyor. Uzun süre uyanmadı. Başı döndüğünde ve rüyadan kabusa vardığında yanında olacağım. Bana bakacak. Her şeyin yolunda olduğuna yemin eder gibi bakacak.

Pencerenin dışındaki zavallı şehir tam şu an, gecenin bir vakti zehrini benim gibi rüyaya henüz dalmamış olanlara akıtırken ben onun, gerçekten onun olan suretine bakarak hayal kuracağım. Uyandığında bu suretin ruhu yine kaybolacak biliyorum. O rüyadayken elini tutmam bundandır. Seninleyim. Şu an her neredeysen, her kimleysen seninleyim. Senin kalbini dinliyorum. Kalp atışlarının durma ihtimalinde, ölme ihtimalinde kendi yalnızlığıma acıyorum. Gerçeklerde yaşadığını zanneden insanlar umurumda değil. Ben senin yalanlarına inanıyorum.

_

Howl of Silence

I believe in her more than anything. She meant it when she said she wanted to start all over again. She meant it too when she said everything’s going to be alright. Hugging her makes me feel alive. I want to heal her wounds, I want to convince her that happiness exists. I know the cry in her image. I know the blues in her eyes. I know her disappointments, her wounds, veins in her eyes, the feeling of being shielded from the whole world behind the window. I know these more than I know my own image. My own wounds. My own disappointments. I’ve watched and inspected her more than I’ve looked myself in the mirror. I’ve committed every ounce of hope of future to her.

In her little world, she cloaks her storm with stillness and tranquillity. She wants the silence to tell everything. Even if nobody says a word, that is okay. Let silence work everything out. It feels like a lullaby to sleep in midnight by the wall clock’s rhythmical sound sprawling each time it hits a corner of the house. At that exact moment, she looks at the poster of her favourite band’s latest album at the bedside. At first sight, she starts to live through the songs of that album. The only music she hears is the reflection of the passage of time and its stream to infinity in that wall clock. By looking at the poster, she engraves the songs on her mind. Lyrics and rhythm spin in her mind just like the way world spins into nothingness that we call space. On and on. Endlessly. How foolish. As if it makes sense. As if those who think themselves important throughout the history worth a shit. Then her eyes are closed. Songs in her mind, the sound of the clock, the storm inside her, the great howl of silence send her to sleep.

Sleep. A battle which is fought on even terms in a vast ground with final thoughts before drifting into it. Dream. Dream is living in your own reality by reaching the day with the beloved ones who have already passed away in which you can’t stop the time even if you want. Nightmare. Nightmare is trying to live in a place where you want to hide yourself from everything.

In the morning, I will have a walk in the forest. But I’m with her now. When she feels dizzy, she wakes up. When she wakes up, she looks at me. She kisses the cavity of my back. Then she falls asleep. She startles with dizziness again. She once told me that, with the desire of timelessness, she felt dizzy and she opened her eyes to this room again. This is what waking up to a nightmare feels like. Suddenly opening her eyes to a messy room. Is this what makes her shocked? Ticking of the clock. Songs in the poster. Worn-out walls. A desperate city already fallen asleep behind the window. Me. I recognise the happiness in your gaze. This is a strive for happiness. I try to understand to what extent she is being herself when she looks at me.  I try to understand to what extent whether it is someone else looking for happiness or her. To find this out, I need to get inside her mind. I could do this. I could find myself in her mind. I’m afraid, though. I’m afraid of finding out that I’m her nightmare. I’m afraid of facing it. I could make love with the deception of her smile. Or I could dig up that deception to find the realities as soulless as a fresh corpse that has buried into the grave and being bitten by the snakes already. But no, I won’t do that.

I will let her sleep again. I will let her appear she is a loving one. I will let her offer me a life full of lies.  I will let her disguise herself as another person instead of being herself. I will let her believe that I’m unaware of all these while she’s pretending. I know her. I live for her. I love her silence, her wounds, her yearnings naively in the way that a hundred-year-old cannot recognise her own son. Have you ever caressed silence? Have you ever fought in the middle of a storm instead of running away? Even though you don’t believe that everything’s going to be okay, have you ever forgotten to tell this to yourself? Have you ever discovered a new life as you’re trapped in a song?

She is sleeping now. She has been asleep for so long. When she feels dizzy and dream turns into a nightmare, I’ll be beside her. She will look at me. She will look at me like she swears everything’s alright.

Now, at this very moment, as the desperate city behind the window is poisoning the awake ones like me, I will dream as I look at the face owned by her in reality.  When she wakes up, the soul of this image will be lost for sure. I know this for a fact. That’s why I hold her hand while she’s dreaming. I’m with you. Wherever you are, whomever you’re with, I’m with you. I’m listening to your heart. I pity my loneliness in the event of your heart stops beating, in the event of your death. I do not care the ones who think who live in reality. I believe in your lies.

Comments are closed.