2007-2015 yılları arasında bizimle olan ve başta Emmy olmak üzere sayısız ödül toplayan Birleşik Devletler yapımı bir drama dizisiydi Mad Men. Fakat sıradan bir diziden çok daha fazlasıydı.
1960 yılında başlayıp 1970’te biten ve New York’ta bir reklam ajansının yaratıcı yönetmeni olarak çalışan gizemli, zeki ve karizmatik Don Draper karakteri etrafında şekillenen dizi bize dönemin Amerikası’nın kültürel ve toplumsal yapısıyla ilgili çok şey anlatıyordu. Mad Men’in yaratıcısı Matthew Weiner’ın senaryoya bir belgeselci titizliğiyle yerleştirdiği detaylar belki de en çok dizinin müzik seçimlerinde ortaya çıkıyordu.
Tevekkeli değil, Mad Men’i yaratmadan çok daha önceden beri müzikçalarında günün birinde çekeceği hayali dizi için şarkılar biriktirmeye başlayan birinden bahsediyoruz.
Hem arka plânda hem de diyaloğun olmadığı kilit sahnelerde başrolü alan bu müzikler bize karakterler ve durumlarla ilgili onlarca sözcüğün anlatamadıkları anlatıyordu.
Biz de şimdi burada Bob Dylan’dan The Beatles’a, Jessica Paré’den The Rolling Stones’a Mad Men’i tarihte üst perdeye çıkaran on müzik-sahne vurgusuna gidiyoruz.
Bob Dylan – Don’t Think Twice It’s All Right
İlk sezon. On üçüncü bölüm. Dizinin ilk sezonunun nostalji temalı finalinde Don, başarılı bir Kodak sunumundan sonra Şükran Günü’nü eşi Betty’nin ailesinin evinde geçirmek istemediği için pişmanlık duyar. İşten banliyö treniyle evine dönerken fikir değiştirip onlarla gideceğinin hayalini kurar ancak geç kalmıştır, eşi ve çocukları çoktan gitmişlerdir. Boş ve karanlık eve girip merdivenlerde oturduğunda Don’un kederine Bob Dylan eşlik eder.
Ann-Margret – Bye Bye Birdie
Üçüncü sezon. İkinci bölüm. Dizinin ana karakterlerinin çalıştığı reklam ajansı Sterling Cooper, Pepsi’nin diyet içeceği Patio için dönemin ikonlarından Ann-Margret’ın oynadığı gençlik müzikali Bye Bye Birdie‘nin jeneriğinden esinlenen bir reklam filmi çeker. Prodüksiyon olarak neredeyse tıpatıp aynısı olmasına rağmen reklam Pepsi tarafından reddedilir. Çünkü kadınlara hitap etmesi gereken reklamda Patio’yu erkeklerin hayallerini süsleyen Ann-Margret kopyası bir kadın tanıtıyordur. Bu olay, erkeklerle dolu ajansta kadın bakış açısıyla bakmayı unutan reklamcılara bir ders niteliğindedir.
John Slattery – My Old Kentucky Home
Üçüncü sezon. Üçüncü bölüm. Mad Men’in en renkli karakterlerinden ve belki de en zeki ve komik repliklerin sahibi ajans başkanı Roger Sterling’in genç ve güzel sekreteri Jane ile evliliği şerefine düzenlediği bahçe partisinde “blackface”, yani yüzünü karaya boyayarak siyahi taklidi yaparak, My Old Kentucky Home’u söylediği performansı tüyler ürpertici olduğu kadar kahkaha attıracak kadar tuhaf ve komiktir. Sahne bize yine 60’ların ilk yarısında ABD’deki zengin beyaz kesimin yaşayışı hakkında bilgi verirken Don’un olayı garipseyen ve onaylamayan yüz ifadesi sadece aylar sonra başlayacak sivil haklar hareketini işaret eder belki de.
The Rolling Stones – (I Can’t Get No) Satisfaction
Dördüncü sezon. Sekizinci bölüm. The Rolling Stones’un şarkıları pek çok filmde ve dizide kullanılmıştır ama belki de hiçbiri Mad Men’in Summer Man bölümündeki kadar belli bir sahneyle bütünleşmemiştir. Mevsim yazdır ve Don Draper spor salonundan çıkmıştır. Radyoda yılın en popüler şarkılarından (I Can’t Get No) Satisfaction çalmaktadır. “Televizyon izlerken / Bir adam gelip gömleklerimin ne kadar beyaz olabileceğini söyler / Ama o gerçek bir adam olamaz / Çünkü benimle aynı sigaraları içmez” sözlerini duyduğumuz anda aynı şarkıda anlatılan karakter gibi eski kafalı bir reklamcı olan Don sigarasını yakar. Yoldan geçen genç kadınlara ve siyahi çiftlere bakarken biz de zamanın değiştiğini anlarız.
Jessica Paré – Zou Bisou Bisou
Beşinci sezon. İlk bölüm. Don Draper’ın ikinci eşi genç ve güzel Megan’ı canlandıran Jessica Paré’nin yıldızının parladığı bu ikonik sahne aslında çiftin uyumsuzluklarını seyircinin yüzüne tokat gibi çarpar. Don’un kırkıncı yaş günü için New York’taki apartmanlarında verdiği sürpriz ev partisinde Megan, Gillian Hills’in şarkısı Zou Bisou Bisou’yu söyler. Siyah mini elbisesiyle seksi bir performans sergileyen Megan bu performansın Don’u mutlu edeceğini düşünürken daha geleneksel olan Don, çaktırmamaya çalışsa da rahatsız olur ve iş arkadaşlarının önünde rezil olduğunu düşünür. Biz sıradan izleyicilerse Megan’ın performansı karşısında büyülenip o partide olmayı hayal ederiz.
The Beach Boys – I Just Wasn’t Made for These Times
Beşinci sezon. Altıncı bölüm. Roger ve Jane LSD gurusu Timothy Leary’nin evine giderler. Mad Men dünyasında LSD’yi denediğini gördüğümüz ilk kişinin diğerlerine nispeten daha yaşlı ve geleneksel Roger olması ilginç ama açıklayıcıdır. Roger artık yaşlandığının ve kendini asla tatmin hissetmediğinin farkındadır, yeni şeyler denemek ister. Bu maceraya eşi Jane sayesinde atılmış olsa da ikilinin ayrılışını tetikleyen de yine bu birlikte çıktıkları bilinç açıcı yolculuktur. Hayatında bir dönüm noktası yaşayan Roger’ın bilinçaltına daldığımız küçük sürreal sahnelerle dolu bu bölüme The Beach Boys’un efsanevi Pet Sounds albümündeki buruk şarkı I Just Wasn’t Made For These Times eşlik eder.
The Beatles – Tomorrow Never Knows
Beşinci sezon. Sekizinci bölüm. The Beatles müziklerini film, dizi ve reklamlarda kolay kolay duyamazsınız çünkü kullanım haklarını almak çok zordur. O yüzden Mad Men’in Lady Lazarus bölümünde grubun Tomorrow Never Knows şarkısını duyunca birçok insan şaşırmış olabilir. Bu durum dizide istediği atmosferi yaratmak için tüm zamanların en büyük grubunun kapısını çalıp 250.000 dolar gibi dev bir meblağ karşılığında şarkının kullanım hakkına sahip olan Matthew Weiner’ın ısrarı ve uğraşlarının sonucudur. “Müzik ne zamandan beri önemli hâle geldi?” diye sorgulayan Don’a eşi Megan değişen dönemi yakalaması için The Beatles’ın son albümü Revolver’ı verir ve dinlemeye albümün son şarkısı olan Tomorrow Never Knows’dan başlamasını önerir. Don grubun belki de en deneysel ve yenilikçi şarkısını dinlerken biz de dizideki karakterlerin yaşamlarından kesitleri izleriz. Don birden şarkıyı yarıda keser. Anlamamıştır, etkilenmemiştir. Başka bir çağda olduğu apaçık ortadadır.
Nancy Sinatra – You Only Live Twice
Beşinci sezon. On üçüncü bölüm. Don Draper’ı bütün o karizması, başarıları ve kadınları hipnotize eden gizemli ıssız adam tavırlarıyla James Bond karakterine benzetmek pek mümkün. O yüzden 5. sezonun son bölümünde tekrar oyunculuğa başladığı için mutlu bir Megan’ı çekim setinde bırakıp tek başına bara gittiği sahneye 1967 yapımı Bond filmi You Only Live Twice’ın aynı adlı şarkısı mükemmel soundtrack olur. Nancy Sinatra şarkıyı söylerken kısa bir süre diğer karakterlerin anlarından kesitler izleriz ve sonunda Don’a döndüğümüzde barda yanına yaklaşan kadın o kilit soruyu sorar: “Yalnız mısın?” Don’un ne karşılık verdiğini duymasak da bakışlarından ve fonda çalan şarkıdan dolayı ne cevap verdiğini biliriz. Bazı şeyler hiç değişmez.
The Spencer Davis Gorup – I’m a Man
Yedinci sezon. İlk bölüm. Mad Men bu sezona California’da başlar. Oyunculuk kariyerinin peşinden giden eşi Megan’ı Los Angeles’ta ziyaret eden Don’un fötr şapkasıyla klâs bir giriş yaptığı havalimanı sahnesi The Graduate filmine bir göndermedir. Megan’ın bebek mavisi mini elbisesiyle arabasından inip ağır çekimde Don’a yürüdüğü ve yandan gülümsediği sahneyi bu kadar etkileyici kılan unsurların başında arka planda çalan 1967 yapımı The Spencer Davis Group şarkısı I’m a Man gelir. Don kendisine arabanın yolcu kapısını açarken Megan’ın kendinden emin bir şekilde şoför koltuğuna geçmesiyle sonuçlanan sahnede artık Megan’ın iyice bağımsız bir kadın olduğunu anlarız.
Robert Morse – The Best Things in Life Are Free
Yedinci sezon. Yedinci bölüm. Sterling Cooper’ın Cooper’ı, ajansta çorapla gezen ve Rothko tabloları toplayan egzantrik karakter Bert’e de böyle bir veda yakışırdı. Karakteri canlandıran emektar oyuncu Robert Morse’un Broadway kariyerindeki geçmişine selam çakan bu hayal sekansında Bert, öldükten sonra Don’a “hayatta en iyi şeyler bedavadır” mesajını verir. Don’un yüzündeki depresif ve afallamış ifadeden pek çok anlam çıkarabiliriz: böyle bir hayal gördüğü için kafayı yediğini mi düşünüyordu yoksa her şeyin ters gitmeye başladığı ve yalnız kaldığı hayatında aslında gerçekten paranın satın alamayacağı şeylere hiç yatırım yapmadığını mı fark etmişti?