Gerçek bir sinema vizyoneri

Portre|

Takvimler Kasım 2005’i gösterirken hayata veda etti Mustafa Akkad. Bu yazımda eğer yaşasaydı hedefleri ve planlarıyla sinema tarihinin seyrini değiştirecek büyük sinemacı Mustafa Akkad’ı anlatmaya çalışacağım.

Akkad, 1930 yılında Halep’te doğdu babası Arap annesi ise Türk’tü. Akkad ailesinden İslami bir eğitim alarak yetişti. Lise yıllarında tiyatro, sinema ve hikaye anlatıcılığına olan ilgisini keşfetmiş ve sinema eğitimi görmek için Hollywood’a gitmek istemişti. Babası bu duruma annesine göre daha sıcak yaklaştı. Annesi on sekiz yaşındaki oğlunun evden ayrılmasını İslam üzerine film yapacağı sözünü aldıktan sonra kabul etti. Akkad cebinde iki yüz dolar ve babasının ona verdiği bir Kur’an ile yola çıktı.

Kaliforniya Üniversitesi’ne kabul edildi ve tiyatro eğitimi aldı. Öğrencilik döneminde üniversitede bir mescit açılmasını talep etmiş ve bu isteği kabul görmüştü. Daha sonraki yıllarda Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde yüksek lisans yaparak üniversite eğitimini sonlandırmıştı. Üniversite yıllarında ona sektörde yer edinmesi ve başarılı olması için ismini değiştirmesi teklif edilmiş fakat Mustafa Akkad bunu reddetmişti. Eğitim hayatından sonra çeşitli televizyon projelerinde yer aldı. Yine o yıllarda Kızılderili olan, Western filmleriyle ünlenmiş Sam Peckinpah ile tanıştı. Peckinpah, o dönemde Western türüne yeni bir soluk getirmiş ve çektiği şiddet dolu sahnelerle eleştirmenlerin ve izleyicilerin sürekli gündeminde olan bir yönetmen haline gelmişti. Peckinpah, sektörde Akkad’a adeta ağabeylik yapmış, setlerine çağırmıştı. Peckinpah’ın yanında sette gözlemler yapan Akkad, kendi sinema dilini ve yönetmenlik tarzını bu dönemlerde oluşturdu.

Akkad’ın ilk filmini çekme zamanı gelmişti. Üniversiteden tanıştığı bir kadınla evli olan Akkad’ın çocuğu doğmuştu ve çocuğuna dinini bir filmle öğretmeyi planlayan Akkad’ın bir diğer motivasyonuysa annesine verdiği sözdü ve bunun üzerine çalışmalarına başladı. Bu film Çağrı’ydı. Yıl 1976. İslam’ın peygamberini ve İslamiyet’in ilk dönemini anlatmayı planlıyordu film. Filme bütçe bulmakta bir hayli zorlanan Akkad projeyi rafa kaldırmayı bile düşünmüş ama Kaddafi’nin projeyi desteklemesi sonrası aradığı cesareti tekrar bulmuştu. Senaryo için İskoç yazar H. A. L. Craig ile anlaşılmıştı.

Craig, Akkad ona nasıl bir film istediğini anlatırken Bilal Habeşi’den çok etkilenmişti ve senaryoyu onun üzerine yazmıştı hatta rol için ünlü boksör Muhammed Ali düşünülmüş ve Ali de bu role sıcak bakmıştı. Ne var ki Craig’in bu fikrini ve senaryosunu kabul etmemişti Akkad. İslamiyet’i ve peygamberi anlatacak bir filmde başka bir karakterin daha çok ön planda olması, kabul etmemesinin nedeniydi.

Craig’in bu senaryosu kabul görmese de ilerleyen yıllarda Ben Bilal: İslam’ın İlk Müezzininin Hikayesi adıyla kitap olarak basmıştı. Senaryo tamamlandıktan sonra Akkad oyuncu kadrosuna iki akademi ödüllü Anthony Quinn’i Hamza rolü için dahil etmişti ayrıca dönemin ünlü oyuncularından Irene Papas’ı Hind rolü için ikna etmişti. Filmin Arapça versiyonu için Arap oyunculardan oluşan bir oyuncu kadrosu da oluşturulmuştu. Bu iki farklı kadro aynı sette bulunuyorlar, önce İngilizce versiyonu için Amerikalı oyuncuların sahnesi çekiliyor, daha sonra aynı sahne Arap oyuncularla da çekiliyordu. Akkad tek bütçe, tek senaryoyla aynı filmi iki farklı dilde çekmişti. Peygamberimizi anlatan bu filmde Peygamberimizin kendisi gözükmediği gibi birinci dereceden akrabaları ve İslam dünyasının önde gelen isimlerini de göstermiyordu Akkad. Durum böyle olunca baş karakter Peygamber’in favori amcası Hz. Hamza oluyordu.

Anthony Quinn, karakterden etkilenmişti ve daha sonra yine aynı ekiple çekilecek olan Ömer Muhtar filminde de başrolü kabul edecekti.  Quinn bu filmlerden sonra İslam’a olan bakış açısının değiştiğini ve Müslümanlara karşı sempati duyduğunu söylemiştir. Filmin sevenleri ”Quinn acaba Müslüman oldu mu?” sorusunu hep sormuşlardır ama Quinn’in Yahudi geleneklerle büyüdüğü ve hiçbir zaman İslamiyeti kabul etmediği söylenmektedir. Dinini değiştirecek kadar etkilenen asıl isim filmin senaristi Craig’dir. Craig sosyalist bir kişi olmasına rağmen Katolik mezhebince büyümüştü. Hristiyan yaşantısı Çağrı filmi ve İslam tarihi araştırmalarıyla ile değişmiş ama alkol bağımlılığı yüzünden ne kadar istese de İslam’a geçmeye cesaret edemediği söylenmektedir. Filmden iki yıl sonra Çöl Aslanı: Ömer Muhtar filmini senaryosunu tamamlamış ve hayatını genç yaşta kaybetmiştir. İkiz kardeşi onun vasiyeti üzerine üstünde okuduğu kolejin arması, bağlı olduğu kilisenin çan kulesi ve camii minaresi işlemeli bir mezar taşı yaptırdı. Craig’in İslamiyet’ten bir hayli etkilendiği aşikar. Şunu da eklemek gerek: Senaryoyu Craig tek başına yazmamıştır, Mısır Edebiyatının dönemin en önde gelen ismi Tevfik el-Hakim ona bu süreçte eşlik etmiştir.

Akkad, Çağrı filminden sonra Halloween serisinin yapımcılığını sekiz film boyunca yapmıştır. Bu filmler üzerine sektörde Cadılar Bayramı’nın Büyükbabası lakabını almıştır. İkinci yönetmenliği 1981’de vizyona giren Ömer Muhtar filmiyle olmuştur. Daha sonraki yıllar için dört film projesi vardı. Selahattin Eyyubi ve Kudüs’ün fethini anlatacak bir film, İstanbul’un fethini konu alan bir film, Malazgirt Savaşı’nı ve Türklerin Anadolu’ya girişini anlatan bir film. Diğer filmi ise maalesef hatırlayamıyorum.

Akkad bu filmleri İstanbul’da çekmek istiyordu ve ekibinden kişileri İstanbul’a yollamış, Büyükçekmece civarında plato alanı bile belirlenmişti. Bu araştırmalarından sonra Akkad ’90’ların başında Türkiye’ye Selahattin Eyyubi ve Fatih filmi senaryolarıyla geldi. Daha ilk toplantıda Türkiye’deki televizyoncuların yarım milyon dolarlık bütçesine karşı Mustafa Akkad yüz milyon dolar istedi. Masadaki sessizliği ve tansiyonu siz hayal edin. Akkad, sadece iki film için yüz milyon dolar istemediğini, amacının İstanbul’u Ortadoğu’nun Hollywood’u yapmak olduğunu söylüyor. Burada inşa edilecek setler ve platolar, teknik ekipman ve dekorun hepsini burada bırakacağını ve bir sinema altyapısı oluşturacağını belirtse de bu teklif kabul görmüyor.

İlerleyen zamanlarda tekrar gelmeyi planlayarak Amerika’ya dönüyor Akkad. 2000’lerin başlarına gelindiğinde Akkad, Selahattin Eyyubi filmini Hollywood’da çekme kararı alıyor ve seksen milyon dolarlık bir bütçe buluyor. Eyyubi rolü için de Sean Connery ile anlaşılıyor. Fakat filmin prodüksiyon aşamasına geçilemeden Mustafa Akkad bir akrabasının düğünü için gittiği Ürdün’deEl-Kaide terör örgütünün otele düzenlediği bombalı saldırı sonucu kızıyla beraber hayatını kaybediyor.

Akkad’ın sadece planladığı projeler ile değil çektiği iki film ile bile ne kadar vizyoner ve idealist bir yönetmen olduğu aşikar. İstanbul’da stüdyo kurduğunu ve planladığı gibi Türkiye’de bir sinema altyapısı oluşturduğunu düşünün, bugünkü Türk sinemasının geleceği yer kesinlikle farklı olurdu. Böylesine büyük ve görkemli projeleri üstlenmeye cesaret etmiş ve çalışmalar yapmış biri olarak Mustafa Akkad’ı sadece Ramazan ayında bir iki kanalda Çağrı filmini göstererek hatırlanmasını doğru bulmuyorum.

Akkad hakkında söylenecek daha çok şey var onu bir kaç paragraf anlatmaya yetmez. Fakat Akkad sineması hakkında fikir vermesi amacıyla bu kadarı yeterli olacaktır. Ölümünün on yedinci yılında ağzında piposuyla özdeşleşmiş usta yönetmen Mustafa Akkad’ı rahmetle anıyorum.

Comments are closed.