“Savaş alanına çıplak çıkıyoruz ve tek kılıç darbesinde yok oluyoruz”

Röportaj|

Yılın bu ilk döneminde yerli sahneden benim çok değer verdiğim bir albüm yayımlandı. TMC Müzik aracılığıyla yayımlanan Reverse Perspective adlı beş şarkılık bu albümde zengin kanallarda duyulan ritimlerin sonsuz yolculuğuna çıkıyoruz. Güç Başar Gülle ile Modern Müzik Akademisi’nde bir araya gelip Reverse Perspective sürecini, müziğin güncel meselelerini ve hocalık kariyerini konuştuk.

Albümden başlayalım istersen. Süreç ne zaman başladı ve çıkış noktası neydi?

Çıkış noktası benim Osmanlı dönemi merakım oldu diyebilirim. Evet, bu bir jazz albümü ama arkasında benim bir merakım var. Son birkaç yıldır Osmanlı kimliği denen şeyin peşindeydim. Bu konuda hem muhafazakar çevrede, hem akademik, hem de Batı’ya yakın çevrede iskeletin oturmadığını hissediyordum. İlgili insanlarla konuşuyordum ama tatmin edici cevapları bir türlü alamıyordum. Osmanlı müziği çok kavramsal geliyordu. Akademik bir derdim olmadan araştırmamı yoğunlaştırdım. Buradaki formal yapıyı anlamaya çalıştım, dönem müziğinde ne olduğunu anlamaya yoğunlaştım. Cemal Kafadar’ın Kim Varmış Biz Burada Yoğ İken kitabı beni çok etkiledi. Sonra mimaride, görsel sanatlarda başka kaynaklar buldum ve bir yandan Osmanlı’yı anlamaktan çok Batı’yı da ne kadar sağlıksız anladığımızı fark ettim. Pavel Florenski’nin Tersten Perspektif  kitabı beni yine çok etkiledi. Bu kitap ismi aynı zamanda bir teknik. Son iki senedir en büyük derdim “Tersten Perspektif’i müziğe nasıl yerleştirebilirim” sorusuna yanıt bulmaktı.

[spotifyplaybutton play=”https://open.spotify.com/album/4uh2LIt6Ow3azyWQeSnG5W”/]

Sürecin başlangıcı oldukça detaylı görünüyor.

Evet, kesinlikle öyle. Yalnız “Tersten Perspektif’i müziğe nasıl yerleştirebilirim” sorusunun cevabı jazz ile mi olacaktı, yoksa klasik ile mi olacaktı? Burada henüz kafam net değildi. Yirminci yüzyıl müzik tekniklerinden olan ve Bartok’un kullandığı çevrimsel simetri tekniği yanıt oldu. Bu teknik fikri kullanmak aklıma geldi. “Eğer olursa müzikte tersten perspektif etkisini verebilirim” diye işe koyuldum. İçime de sindi ve hikaye böyle başladı. Çıkış noktası buydu.

Albümün kadrosunu nasıl belirledin? Daha önceye dayanan arkadaşlığınız, iletişiminiz var mıydı?

Tamer Temel ve Apostolos Sideris ile vardı. Apostolos zaten Berklee mezunudur. Çok iyi bir jazz kültürüne ve diline hakimdir. Tamer benim ülkede bu tarz çalımla ilgili en beğendiğim müzisyenlerden biri. Değişik ve açık projeler konusunda rahat davranan biri. Cem Aksel ise benim ülkede en çok beğendiğim jazz davulcusu. Albüm kaydından önce “acaba nasıl oluyor” diye bir konser yaptık.

Nerede oldu konser?

Divine Jazz Club’ta yaptık. Konser çok keyifli bir hal alınca “tamam” dedim kendi kendime. Bu ekipten iyi iş çıkacağından o konser sırasında emindim. Hemen ardından haziranda albüm kayıtlarına başladık.

Kayıtlar nerede gerçekleşti?

MIAM’da. Çok güzel bir yer. Her şeyden önce tavan çok yüksek. Soundu o genişlik içerisinde kaydetmek çok huzur verici bir duygu. Yurt dışında da birçok yerde kayıtlar gerçekleştirdim ama MIAM farklıdır. Benim için önemlidir.

Müzikte çok hızlı bir dönem. Ürettiğin müziği popüler kanattan ayırıyorum ama yine de Spotify’a yükleniyor ve CD’ye basılıyor. Bir şarkıya bile tahammülün kalmadığı sabırsız bir dönemde albüm kültürü sence hala yaşıyor mu?

Yanıtımı sadece müzikle bağlantılı değerlendirme lütfen. Genel olarak söyleyeceğim. Şu anda çok ciddi bir anlam krizi var. İnsanlar artık ne istediğini bilmiyor. İnandığı şeyle de ilişkisi kuvvetli değil. Belli şeyler benzer şablonda yapılıp ortaya konulunca ulaşılan nokta üretim çılgınlığı oluyor.

Peki, popülerin dışında senin yer aldığınız cenahta durum nasıl?

Aynı. Akademik ortamda da aynı olduğunu düşünüyorum. Sana bir şey söyleyeyim. Binlerce makale yazılıyor. iki kişi okuyor. Biri yazan, öteki hakem. Başka da hiç kimse okumuyor. Akademik ortamdan bahsediyoruz. Böyle bir entelektüel alan içerisinde ben bunun popüler kültürde yaşanan krizden çok da farklı olduğunu düşünmüyorum. Demet Akalın da bu krizi yaşıyor. Tamam tıklanıyor ama bir şeyler yok. Bundan yirmi yıl önce popüler kültürün bir anlamı vardı. Mutlu ediyordu insanları. O insanlar üretirken mutluydu. Yapılan işin harika olmasından kaynaklanmıyordu ama yapan mutluydu. Şu an üretim sürecinin sadece endüstriyel bir manası var. Böyle olunca da sadece bizim ülkemizde değil, bütün dünyada bir kriz yaşanıyor. Bu teknik bir kriz değil, ekonomik bir kriz değil. Anlam krizi. Bu paradigma içerisinde üretenler keyif almıyor. Zaten keyif almazsanız yansıtamazsınız.

Geleceğe nasıl yansır bu durum?

Ben çok umutluyum. Çok fazla enformasyon bombardımanı içerisinde yaşıyoruz. Şu anda herkes “bir şeyleri kaçırıyorum” psikolojisiyle yaşıyor. Ama temel değerlere yaklaşıldıkça insanlar tüm her şeyi daha damıtılmış bir şekilde karşılayacaklar. İşte o zaman popüler kültürdeki mevcut anlam kaybının düzeleceğini, akademik ve müzik alanının da olumlu anlamda dönüşüm yaşayacağını düşünüyorum. Şu anda ezbere yapılan yapıların çöktüğü bir dönem olacaktır.

Yurt dışında uzun süre yaşadın. Bir müzisyen olarak ülke ile sınırın dışındaki dünya arasında majör farklar görüyor musun?

Hayır. Sanatçı tayfamız bu konuyu çok abartıyor. Bu çok söyleniyor ama ben buna katılmıyorum açıkçası. Bence Türkiye’den şikayet etmek buradaki entelektüel kitlenin diline yapışmış durumda. Ben buna çok inanıyorum. Orada hem Amerika’da, hem Avrupa’da sanatçılar çok büyük mücadeleler verip bir değer yarattılar. Bu sadece toplumun onlara verdiği bir değer değil, onların kazandığı bir değer. İkisi arasında fark var. Biz burada en ufak olumsuz bir şey olduğunda küsüyoruz. Arkasında durmuyoruz. Onu bir yere taşımaya çalışmıyoruz. Bence bu anlamda psikolojik gövdemiz çok zayıf.

———

Yani sonuçta Shostakovich gibi bir örnek var. Adamın bavulu kapısının önünde ve her an kampa götürülecek ama oturup senfonisini yazıyor adam. Böyle örnekler var.

———

“Zaten bir şey olmaz. Bu halk bir şeyden anlamaz.” Vallahi hiç öyle değil. Ben üretimlerimde Türkiye’de çok olumlu tepkiler aldım. Medya ve tanıtım ayağını çok sıkı tutmadığım için belli çevrelerle sınırlı kaldı ama var olabildim. Bir de tabii karşındaki adam o kadar “loser” takılıyor ki yanına gidip “ben şunları şunları yaptım” demeye çekiniyorsun. Desen dövecek seni. (Gülüyor) Vallahi ben istediğim her yerde gidip çaldım. Dünya ölçeğinde istediğim her şehirde sesimi duyurdum. Bu albümü de ben Amerika’daki müzisyen arkadaşlarımla da yapabilirdim. Ama ben burada yapmak istedim. Biz çok çabuk pes ediyoruz. Yurt dışına çıktığımız anda bize dokunacaklar ve her şey muhteşem olacak gibi bir senaryo çiziliyor. Öyle bir şey yok.

Jazz müzik merkezinde ilerleyecek olursak ülkede bu alandaki hareketlenmenin sınırlı olması da moral çöküntüsü yaratıyor olmalı.

Evet. Öyle maalesef. Şu açıdan bakalım. “Türkiye’de jazz müziğe yeterli ilgi yok” deniyor. Doğru. Dünyada da yeterli ilgi gösterilmiyor ama. Dünyada da jazz müziğe yeterli ilgi yok. Bunun neyine şaşırılıyor anlayamıyorum. Amerika’da jazz kulüpleri salsa barlara dönüşüyor. En ünlüsü kapandı New York’ta. Savaş alanına çıplak çıkıyoruz ve tek kılıç darbesinde yok oluyoruz. Çok farklı boyutlarda tartışılabilir ama durum bu. Müzik endüstrisinde çok ciddi açıklar var. Bu açıklar tespit edilip doldurulabilirse epey yol alınabilir. Berklee’nin hikayesine bakalım. 1930’larda işsiz kalan bir mühendis tarafından kuruluyor. “Müzik dersi vereyim” diye düşünüyor ve adamda matematik kafası var. Müziğin matematiği üzerinde başlıyor ve böyle kuruluyor o Berklee. Hani şöyle bir durum yok: “Devlet geldi ve parayı akıttı.” Böyle bir durum yok. Adamlar mücadele etmişler ve kafa patlatmışlar. Bu adamlar şu anda müzik eğitim kültürünün 60% kısmına sahipler.

Hocalık yönün de var. Eğitim alanında nasıl ilerledin ve Modern Müzik Akademisi’nde şu an nasıl gidiyor süreç?

2006’da kuruldu. 2008’de Amerika’dan döndükten sonra ders anlatmaya başladım ve 2012 yılında başına geçtim. Sonra daha butik bir formata geçmek istedim. Berklee’nin ilk dönemleri aklıma geldi. Müziğin temel prensipleri olan ritim, melodi, armoniyi temeli olan öğrencime de, hiç bilgi sahibi olmayan öğrencime de aynı ilişkiyi kurarak aktardım. Çünkü bir şeyi bilmek var ya da bilmemek var. Arası yok benim literatürümde. Ben bu şekilde ilerledim. İlerledikçe de öğrencilerin ilerleyişini gözlemledim. Muazzam tecrübelerim oldu öğrencilerimle. Hala da oluyor. Benim öğrencilerim hocalık yapmaya başladılar. Böyle bir süreç oldu. Teknik olarak soracak olursanız daha çok jazz, klasik batı müziği, film müziği, müzik prodüksiyonu gibi konu başlıklarında yer alıyoruz. Armoni, kulak eğitimi, piyano vs. bunlarla ilgili Türkçe kitaplar yazdım. Şimdi de İngilizce bir armoni kitabım olacak. Tersten Perspektif‘e bağladığım noktayla da bir ilişkisi var bu kitabın.

Comments are closed.