2014’te kurulan Destroy Earth ince eleyip sık dokuduğu ilk göz ağrısı The Nature of Love’ı dört senede tamamladı. Sert ve sözsüz fakat yıkıcı albüm soğuk Şubat ayında sahneye kor bir alev düştü. Enstrümantal, kalıpsız tavrıyla öğrenmeye ve denemeye meraklı grup kendini müzik haricinde herhangi bir şekilde ifade etmeye pek alışkın değil.
Destroy Earth ile bir araya geldik ve yangın yeri ülke gündeminden rock’ın şanına, doğaçlama müzik tutkularından kısıtlı imkanlarda müzik yapmaya uzanan birçok konuda keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. (Röportaj: Nazan Elverişli)
Destroy Earth 2014’te bir araya geldi, bu projeden önce nerelerde yer aldınız merak ediyorum.
Durukan Yaşar: Uzun süre evimde müzik yaptım, daha doğrusu çalıştım diyelim. Ciddi bir grupla çalışmaya başlamam oldukça uzun sürdü. Kısa bir süre Kinesis’le çaldım. Sahneye aktarmadığımız çeşitli stüdyo jam gruplarıyla çalıştım, şu sıralar ise Destroy Earth’e ek olarak Ati ve Aşk Üçgeni ile müzik yapmaya devam ediyorum.
Dehan Kılınçarslan: 2012’ye kadar İzmir’deydim. Somut ürünleri olan herhangi bir projem olmadı. Arayış halindeydim. Farklı tarzlar deneyip ne yapmak istediğimi düşünüyordum.
Umutcan Özen: Gruba geçtiğimiz yılın Eylül ayında dahil oldum. Öncesinde, 2015 – 2016 yılları arasında aktif olmuş Locust Star isimli grupta çalıyordum.
2014 çıkışlı olmanıza rağmen albüm geçtiğimiz şubat ayında yayımlandı. Üretim süreci neden bu kadar uzun sürdü peki?
Durukan: Stüdyoya ilk kez 2014’ün ilkbahar aylarında girdik. Tam iki yıl boyunca sadece doğaçlama çaldık ve bu kayıtları Soundcloud üzerinden yayımladık. 2016’da durup albüm yapalım dedik ve kayıt sürecine girdik. Çok acele hareket etmedik çünkü ilk kayıt tecrübemizdi ve öğrenmemiz gereken çok şey vardı. Ozan Çanak’ın büyük yardımlarıyla albümü 2016 yılının sonunda bitirdik. Sonrasında albümü demlenmeye bıraktık.
Dehan: Ozan aynı zamanda The Shepherd’a bass gitarıyla ve synth varlığıyla da destek oldu. Eskiz ve Yüzyüzeyken Konuşuruz’dan tanıdığımız Can Tunaboylu, Help! The Captain Threw Up’dan Mert Hocaoğlu da bass gitarları ve ruhlarıyla bize eşlik ettiler.
Bu süreçte ülkede de birçok şey değişti. OHAL’ler, darbe girişimleri, bitmek bilmeyen seçimler gibi… Bu uzun dört sene üretiminizi nasıl etkiledi?
Durukan: Her şartta müzik yapmaya kararlıydık açıkçası… Sokağa çıkma yasağı gelse de kayıtlara evde devam ederdik. Kısıtlı imkanlara alışkındık diyelim. Bazen ülkede yaşananlardan kaçmak için saatlerce doğaçlama yaptık, bazen de memleketi kurtarmak adına enstrümanlara hiç dokunmayıp saatlerce stüdyoda oturduk ve sadece konuştuk.
Dehan: Seçimlerden birini stüdyoda çalarak takip etmiştim.
Müziğiniz gündemden ne kadar etkileniyor? Yaptığınız müzik bir aşk albümünden çok baş kaldırma, isyan etme şeklinde algılanıyor çünkü.
Durukan: Enstrümantal bir albüm olduğu için tam olarak bir kalıba sokamıyorum. Oldukça dürtüsel gelişti her şey… Genel gündem hayatımızı etkiliyordu ve biz de hayatlarımızdaki ufak detaylardan etkilenerek yaptık albümü belki de. Bilemiyorum… İsyan etme, baş kaldırma mevzusu da rock müziğin şanındandır zaten.
Dehan: Gündemden mümkün olduğunca kaçmaya çalışıyorum. Yine de etkilenmemek mümkün değil.
Umutcan: İkisinin ayrı şeyler olduğunu düşünmüyorum. Çoğunlukla keder ve üzüntü pompalamaya meyilli bir gündem mevcutken (en azından ülke sınırları içerisinde) sevginin doğasından bahsetmek bana en kuvvetli baş kaldırma yollarından birisi gibi görünüyor.
“Memleket yangın yeri de müzikler neden bu kadar mıy mıy” diyorsunuz sosyal medya hesabınızda. Alternatif sahnenin politik duruşu hakkında siz ne düşünüyorsunuz peki?
Durukan: Bazen üst üste öyle şeyler oluyor ki ülkede insan inanamıyor ve yabancılaşıyor gerçekten. Bunlar bunlar oluyor, biz de akşama konser veriyoruz demişiz aslında sadece. Mıy mıy vs. şeklinde müzikleri ayırma gibi bir derdim yok. Politik bir grup olduğumuzu da düşünmüyorum ama alternatif sahnedeki her grup kadar biz de o yöne doğru mecburen itiliyoruz tabii ki. Türkiye’de yaşıyoruz.
Dehan: Sahnede yer alanların şartlar ne olursa olsun istediği hayatı yaşaması, yaşantılarını anlatmaları bile net bir duruş. “Ben buyum ve bu hikayeyi ben anlatıyorum” demek de bir isyan aslında. Kaldı ki, yakın zamanda hikayesini anlatan bir “bebeyi” anlattığı hikayeyi yok sayamadıkları için dört duvar arasına attılar.
Umutcan: Oradaki mıy mıy’lık müziğin niteliğinden ziyade karşılaştığımız durumlara kayıtsız kalmakla, içinde bulunduğumuz şartları anlayamamakla ilgili bence. Türkiye’de bütünleşik bir alternatif sahnenin varlığından söz edebilir miyiz bilmiyorum ancak şehirler, mekanlar, plak şirketleri, kolektifler, müzik türleri vb. bağlarla kurulan farklı farklı birçok sahnenin bulunduğunu söyleyebilirim. Tabii ki her grup kendi üretimi, söylemi ve duruşuyla bu sahnelerin bir veya birden fazlasına dahil oluyor. Bu belirttiğim ağ içerisinde kendimize spesifik bir politik duruş tayin etmek yoğun bir kafa emeği gerektiriyor. Yine de Durukan ve Dehan’ın da söylediği gibi manzaraya biraz uzaktan bakıp, Türkiye’deki alternatif sahneyi politik bir zeminde birleştirebilen bir duruştan bahsetmek gerekirse o da tüm olanlara rağmen ifade özgürlüğünün hala bireysel haklarımız arasında bulunduğuna inanmaya devam ederek birbirimizi yargılamadan, farklı bakış açılarından hikayeler anlatmaya gayret gösterebilmek anlamına gelir.
Sert çocuklar, The Nature of Love’da neler anlatıyor? Ne kadar mıy mıy’lar?
Durukan: Çok naif, tatlı çocuklarız. (Gülüyor) Bayağı da mıy mıy’ız. Kendi adıma cevap verecek olursam, müziği ne kadar sevdiğimi anlatıyormuşum gibi düşünüyorum bu albüm için nedense. Yayımlanan ilk işim, bu yüzden bu işle özel bir bağım da var.
Dehan: Ne anlattığı kişisel bir deneyim bence, dinlerken bastıran düşünce ne? Kafamızın içinde yaptığımız yolculuğumuz da bir araç benim için.
Bir sonraki albümün piyasaya çıkması da bu kadar zaman alacak mı sizce?
Durukan: Bu kadar uzun süreceğini sanmıyorum. Belli şeyleri rayına oturttuk ve devamı kolay olacaktır diye düşünüyorum. Elimizde biriken bir şeyler de var. Bu söylediğimden kendilerini zorlamayacaklar anlamı çıkmasın ama. Ufak bir ipucu vereyim: Vokal yapmayı düşünüyoruz.
Dehan: Elimizde yeni fikirler var, bunların üzerine gidiyoruz şu an. Öğrenecek, keşfedecek şeyler var, bunları arıyoruz.
Ters yüz projesinden bahsedelim biraz da. Nasıl gelişti?
Durukan: Yeraltı sahnesinin güçlerini birleştirme amacıyla ortaya çıktı diyebiliriz. İletişimde olduğumuz gruplar var, arada bir toplanıyoruz ve konuşuyoruz. 45’lik fikri bu toplantılardan birinde ortaya atıldı. İlk seri için de çok sevdiğimiz Eskiz ile birlik olduk. 45’lik, Ankara’da Eazycut Records tarafından sınırlı sayıda basıldı.
Dehan: DIY kafasının bir yansıması. “Böyle bir şey var, sizce yapılır mı?” sorusuna verilmiş refleksif bir cevap gibi oldu ve biz de “e hadi!” dedik. Ortaya çıkan sonuçtan çok memnunum, sınırlı sayıdaydı ilk 45’lik serisi ve neredeyse bitti. Kapak ise albüm sonrası verdiğimiz ilk konserin afişini çizen hatta afişleri birlikte astığımız Ekmel Ayar’ın elinden çıkma.
[spotifyplaybutton play=”https://open.spotify.com/album/6sr8GH8MVmnjYMAonHcrmW”/]
Çok fazla konser veriyorsunuz. Konserlere olan ilgi genelde bir süre sonra kesilir ancak siz hem İstanbul’da hem de Ankara’da aktif bir şekilde sahne alıyorsunuz. Bu merakı nasıl koyuyorsunuz ya da bu durumun sebebini neye bağlıyorsunuz?
Durukan: Her konseri birbirinden ayırarak hazırlanmaya dikkat ediyoruz. Provalarımızı yapıyoruz ancak konser günü olanları, ortamı, insanların ruh halini de bu çerçevenin içine katıyoruz. Kendimizi provada yaptıklarımızla sınırlandırmadan olabildiğince rahat bir şekilde ifade etmeye çalışıyoruz. Bu da her konseri bizim için özel hale getiriyor. Doğaçlama alışkanlığımız da olduğundan her konserin ayrı bir hikayesi oluyor. Bu nedenle ne biz sıkılıyoruz ne de dinleyiciler.
Dehan: Her konser ayrı bir macera, hepsi farklı duygular uyandırıyor. Ortak duyguları paylaştığımız insanlarla tanışıyoruz, müziğin buna vesile olması ekstradan mutluluk verici.
Umutcan: Seyircinin ilgisini ve merakını koruyan çok fazla değişken olduğuna eminim ama bizim açımızdan özellikle hiçbir konsere şehir / mekan / potansiyel izleyici sayısı gibi faktörlere bağlı öncelikler vermemek sahnede dışa vurmak istediğimiz çoğu temel duygunun her seferinde daha yoğun şiddetlerde ortaya çıkmasını sağlıyor, her konserde daha iyi anlaşılıyormuşuz gibi hissediyorum (seyircisiz bir konser deneyimimiz olmadı henüz, naifliğim buna bağlanabilir).
Madem konser dedik, ilerleyen günlerde nerelerde sahne alacaksınız, bizi bekleyen projeler neler, onların müjdesini de verelim buradan.
Durukan: 20 Haziran’da Muaf Peyote Kadıköy’de Noisual ile birlikte sahne alacağız. En yakın tarih şimdilik bu. Ücretsizdir, hepinizi bekliyoruz. (Gülüyor)
_
Fotoğraflar: Eda Arda