İlkercan Kandur ya da sahne mahlasıyla sadece Kandur kariyerini bağımsız olarak paylaştığı single çalışmalarıyla adım adım ilerletiyor. Müzisyen 29 Haziran ’19 tarihinde BacktotheSound Ofis’e konuk oldu ve Ofiste Akustik serimiz kapsamında performans sergiledi. Konserden hemen önce ise Kandur ile kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdik.
Müzikle ilişkin sadece bu mu? Daha önce neler yapıyordun? İlker Kandur kim? Oradan Kandur’a gelelim.
On iki – on üç yaşımda gitar çalmaya başladım. On yedi yaşımı doldurmadan önce Ukrayna’ya gittim. Üniversite okumak için. Orada işte, müzik sayesinde bir sürü insanla tanıştım. Hep zaten bir grubum olsun, bir grupla gitar çalayım isterdim. Ondan sonra oraya gittiğim ilk sene hemen bir grup kuruldu. Burada Miller Music Factory yarışması vardı. Biz o yaz birkaç tane şarkı yapmıştık. Demo kaydetmiştik. Yarışmaya yolladık. Sonra orada bir tane parçamız ödül aldı. O vesile ile Türkiye’ye gelmiştik.
Yıl kaç bu arada?
2007. Benim Türkiye’de tek çaldığım konser o olmuştu. Sonradan da Ukrayna’da aynı grup olarak, Persona adı altında devam ettik. O zaman sadece gitar çalıyordum ben grupta. Orada epey bir çalışma yaptık. Birçok konserler verdik. Birkaç single çıkarttık. Türkiye’de de bir single çıkarttığımız anda grup dağıldı. Sonradan ben daha çok vokalle ilgilenmeye başladım. Zaten parçaları asıl yazan kişi ben olduğum için. Daha sonrasında da oradaki durumdan dolayı, sürekli grup elemanlarının değişmesinden dolayı ben daha çok cover grubu moduna girdim. Okulum da bittikten sonra tamamen müzik işiyle uğraşıyordum. Bir tane cover grubum vardı ve her yerde çalıyordum. Epey isim yapmıştık. O yüzden büyük partiler düzenliyorduk. Fakat daha sonra ben kendi müziğimi çalmak istiyordum. Belli bir zaman sonra cover grubunda çalmak sıkıcı oluyor. Solo olarak şarkılar kaydettim. Onları da Kandur adı altında çıkartmaya karar verdim. Kandur cover band olarak çalmaya başladık.
San Francisco süreci ne zaman başladı?
2013 senesinde San Francisco’ya yerleştim. O sıralarda da zaten Arap Baharı’ndan sonra Kiev’de meydan olayları, burada da Gezi oldu. Tam o sırada biz de San Francisco’ya yerleştik. İşte bir sene sonra ben tekrar oralarda gerçekten istediğim için müzik çalışmaları yapmaya başladım ve ilk EP’mi kaydettim. Fante Stüdyoları’nda. EP’yi Kandur adı altında çıkardım. O zaman da kendim grup topladım. Ama ilk başta şey var: Kandur ben miyim yoksa grup mu? Solo projemi yoksa tamamen bir grup mu? Ben hep grup olmak istedim. Grup olarak çalmak her zaman daha çok hoşuma gidiyor. O yüzden bugün ben ilk defa tek başıma çalacağım. Genelde hep grupla daha rahat ettiğim için öyle tercih etmiştim. Fakat sonradan işte grup elemanlarının sürekli değişmesinden dolayı bu artık benim solo projem oldu. Zaten ben yazıyorum, ben çalıyorum, ben söylüyorum.
Şu ana kadar kaç şarkı paylaştın?
Şu ana kadar iki single, tek EP. Rumi de üçüncü single oldu.
Tamamen bağımsız mı?
Tamamen bağımsız.
Orada yaşadın. Türkiye’yi biliyorsun. San Francisco sektör olarak çok daha ileride fakat müzisyen sayısı da çok. Yani havuz çok geniş değil mi?
Öyle gözüküyor, evet. Ben de öyle olduğunu sanıyordum. Zaten benim San Francisco’ya gidiş amaçlarımdan bir tanesi de bağımsız müzisyen olarak, bağımsız sanatçı olarak orada sanki çok bir şeyler yapılabiliyormuş gibi gözükmesiydi. Benim açımdan. “Burada bir şeyler yapamıyoruz. Elimizde o imkanlar yok. Onların birçok platformları var. İnternet çok daha ilerlemiş durumda” gibi şeyler diye düşünüyordum da, oraya gittiğimde anladım. Hiçbir yerin birbirinden farkı yok. Sadece orada biraz daha endüstrileşmiş halde bazı şeyler. O da tamamen kafa yapısıyla alakalı. Nasıl diyeyim, insanlar emek koyuyor, para koyuyor ve karşılığını da almak için yırtınıyor.
Orada o endüstriye girmek mi zor?
Endüstri zaten var ama endüstrinin içindeyken ne kadar para kazanıyorsun? Ne kadar para kaybediyorsun? Yani bağımsız demekle tam olarak bağımsız olmuyorsun. Sen kendin bir şeyler yapmaya çalışıyorsun. Ben öyle yapmaya çalıştım. Sonradan da anladım yani, para düşünmemen lazım. Yani ben kendi açımdan o hale geldim. Çünkü gelir beklediğin zaman çok daha fazla yıpranıyorsun. Kendi yapmak istediğin şeyleri yapamıyorsun. Gelir beklemiyorum dedim tabii ama az da olsa geldi tabii. Birincil amaç olarak çoğu kişi de orada o şekilde yapmıyor zaten. Bağımsız müzisyenin mesela atıyorum Instagram’da ünlü insanlar gibi birazcık onun gibi influencer olarak düşünüyorlar bağımsız sanatçıları da. Ne yapıyor gidiyor, çalıyor, elli tane kişi geliyor konserine. O sırada mesela bir firma sana reklam veriyor olabilir ya da ne bileyim seni influencer olarak kullanıyor olabilir. Daha çok onun üzerinde gidiyor belli bir yere kadar ama tabii ki belli yerlere gelebilmek için o tip bağımsız şekilde olmuyor. Benim de etrafımda iyi yerlere gelmiş olan arkadaşlarım oldu. Oradayken tanıştığım, altında çaldığım gruplar oldu. Hepsinin de bir yerlere getirilmesi durumu var. Belli başlı insanlarla bir şekilde tanışıyorlar, ondan sonra bir yerlerde bir şekilde tanıdık çıkıyor. Akrabalık durumu falan aynı burada nasılsa orada da aynı şekilde.
Dönüşü kesin mi? San Francisco defterini kapattın mı yoksa gidip gelecek misin? Bağlantıların var mı?
Yani yaşama konusunu kapattım diyebilirim ama sonuçta benim hala daha vizem sürüyor, istediğim gibi gidip gelebilirim. Ne zaman istersem. Kardeşim orada. Ben oraya gittikten sonra kız kardeşimi de San Francisco’ya götürmüştüm. Orada kaldı, yerleşti. O yüzden bir ayağım zaten orada. Fakat beş sene hiç gelmemek bana yetti yani. O yüzden yakın zamanda gitmeyeceğim. Çoğu kişi soruyor bana “Özlemiyor musun” diye? Şu an için özlemiyorum belki bir sene sonra özler tekrar giderim geri ya da başka şeyler yaparım. Fakat şu an için öyle bir planım yok.
Peki Türkiye’de ne düşünüyorsun?
Türkiye’de de değilim. Şu an Ukrayna’dayım. Zaten on senelik bir Ukrayna tecrübem vardı. San Francisco’ya gitmeden önce. Tekrardan geri geldiğimde Ukrayna’ya yerleştim. Fakat bu sefer Kiev’e değil Lviv’e.
Oradaki iç savaş durumu ne Lviv’de?
Lviv’in merkezinde iç savaş yok. Batısında kalıyor. İç savaş olayı daha doğuda.
Bitmedi mi daha yani?
Hala sürüyor. Yani politik. Ama bitecek diye bir umut var. Yeni politikacılar biraz daha o işe hem Rusya ile hem Batı ile bir şekilde arayı bulup, çözümlemek istiyorlar.
Sen anladığım kadarıyla müzik kariyerinde İstanbul’a geldiğinde “Ben Rumi’yi Türkçe yaptım, Mevlana’dan esintiler var ve buradaki plak şirketlerini de bir arayayım, belki ilgilenirler” diye düşündün.
Ben de öyle bir şey olur mu diye düşündüm fakat burada nasıl o işler hiç bilmiyorum. O yüzden ben Amerika’da nasıl yapılıyor, onu biliyorum. Ukrayna’da nasıl yapıldığını biliyorum. Türkiye’de hiç öyle bir tecrübem olmadı. En son ona yakın olan şey 2007 – 2008 idi. O zaman da ben zaten çok fazla şey yapmadım. Sedef Erken ile tanıştık. O birazcık bize yön gösterdi. Can Sertoğlu ile tanıştık. Rakun müzikten. O biraz bize yön gösterdi. O tipte insanlar sayesinde bir şeyler yapmaya çalıştık ama şu an açıkçası ben tam bağımsız olarak nerede, nasıl yapacağımı bilmiyorum. Yaptığım şey sadece kendi araştırmamla belli platformları buldum. O şekilde de size ulaştım zaten.
— — —
“Amerika’da genelde müzik piyasasında bahsederken hep marketlerden bahsedilir. San Francisco’nun kendisi bir market işte, Beverly bir market. Onun dışına eğer çıkmak istiyorsan yedi saat gitmen lazım.”
— — —
Birçok müzisyen burada artık bağımsız olmayı tercih ediyor. 2007’den bu yana değişen o. Çünkü dönem aslında tüm dünyada böyle bir dönem. Yani aslında plak şirketine çok fazla ihtiyacın olmadığı bir dönem. Elbette çok zor. Yani her şeyi sen basın bülteninde yazmak zorundasın. Belki konser listesini sen oluşturmak zorundasın, her şey sana bağlı. Aslında şu an sektör komple ona döndü. Bağımsız durumda. Onun dışında bilet kesen pop müzisyenler devam ediyor eskisi gibi. Benim gördüğüm bu gerçekten. Bu şekilde şarkı üretip ilerlemek şu an için doğru bir taktik.
Yani genelde herkes öyle yapıyor. Ben de diyorum ya, San Francisco’dayken benim de yaptığım şey oydu. Konserlerimi kendim yapıyordum. Kayıtları kendim yaptım. Her şeyi en başından en sonuna kadar tamamen kendim yapıyordum. Oradaki hayat şartları ile burası bir değil tabi. Bir yandan da geçim sıkıntın var, daha sonra insanlar ile olan iletişimini çok iyi tutman lazım. Orada bir de mesafeler çok büyük. Buralar gibi değil yani. Bizim müzisyenler ile aramızda aynı grup içerisinde olmamıza rağmen üç – dört saat araba mesafesi vardı. Çok büyük yer. Sadece konserden konsere bir iki prova yapıp öyle çıkıyorduk. Bir tur yaptık işte, Soundbysoundfest’te çaldık. Dört kişi başladık, iki kişi bitirdik. (Gülüyor) Bu tip şeyler de oluyor. Lviv’de olmak istememin sebebi de diğer büyük şehirlerin araba sürme mesafesinde olmasıdır. Budapeşte var, Kharkov var, Sırbistan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, hepsi çok yakın yerler coğrafi olarak. Buralarda iki – üç saatte bir yeni bir marketle karşılaşıyorsun. O yüzden çok daha rahat gibi gözüküyor. Bilmiyorum, şu an karar veremedim ama ilerde yapmak istediğim o şekilde.
Rumi. Çok iyi bir şarkı. Gerçekten eline sağlık. O mesela San Francisco’da mı kaydedildi? O stüdyo neresi?
Evet. Atomic Garden Stüdyoları. Şimdi orada ilk kaydımı yaptığım Fantasy çok ünlü bir stüdyodur. Yaklaşık ’40’lı yıllarda açılmış bir stüdyoydu. Önceki sene kapandı. Fakat orada işte White Street, Green Day, Santana’nın en ünlü albümleri orada Journey falan filan hepsi orada kaydedilmiştir. Benim de beraber çalıştığım müzisyen Jessie Nichols, orası kapanırken, kendine yeni bir stüdyo yapıyordu. Burası orasıydı zaten. Tamamen sıfırdan, bir tane araziyi aldılar, sıfırdan inşa ettiler ve tamamen ses dizaynını yaptırdılar. Ekipmanlarında çoğu Fantasy’den geldi. O yüzden çok iyi ve çok güzel bir stüdyoydu. Ben de orada ilk kayıt yapanlardan biri oldum.
Ne zaman kaydedildi Rumi?
Geçtiğimiz eylül ayında. Şarkıyı ben gerçi nisan gibi yazmıştım. O zaman evde ufak bir demo kaydı yapmıştım. Brian Jonestown Massacre çok severim. Onların müziği de çok etkiledi beni. Onların müziğine de benzetebileceğim ama Türkçe’de olsun istediğim bir şarkı Rumi. Aynı zamanda benim dinleyicilerimin çoğu zaten İngilizce söz müzik dinleyicisi. Onların da çok fazla kulağına yabancı gelmesin düşüncesiyle o tarzda bir şey yapmaya çalışıyordum. Sözler konusunda da ne yapacağımı bilemiyordum başta. Böyle işte Rumi’nin bir tane mısrasını bir denemek istedim. Bence güzel oldu gibi. Ben epey beğendim. Sonradan işte stüdyo kaydını yaptığımızda birazcık değiştirdik tabii. İlk başta düşündüğüm demodan farklıydı. Ben tamamen Jessie’ye verdim prodüksiyon işini. Onun tecrübesine tamamen güveniyordum. O da bunu yaptı işte.
Bu sadece tek şarkı, peki bir albüm veya ne planlıyorsun bundan sonra? Tek tek mi gideceksin yoksa?
Bir süre tek tek gideceğim. Ben Rumi’yle beraber iki tane daha parça kaydettim Atomic Garden da. Üç tane parça kaydettik. Divide ve She Said diye. Arkasından gelecek birer tane single daha olacak. Biraz daha farklı. Divide biraz daha Oasis tarzında bir parça olmuş olacak. She Said de biraz daha light, John Lennon’un solo albümü tarzında. Böyle daha rock’n roll tarzında bir şey olacak. Ama bende de bu parçaları kaydederken, kaydetmeden önce daha doğrusu bir tamburin aldım. Onunla tamburin çalarak şarkı yazmaya başladım. Daha önceden yaptığım kayıtlarda tempoyu çok ayarlayamıyorduk. Şu an dijital müzikte hep aynı problem var. Hep bilgisayar başında yaptığın için gerçek, doğal olan ritmi bir şekilde yakalaman lazım. Onu da en iyi yakalayabildiğim enstrümanlardan bir tanesi de, tamburin oldu. Bu şarkıyı da yaparken o yüzden ilk başını tamamen tamburin ile yapalım istedim.
Gelecek planlarından bahsedip, tamamlayabiliriz bence? Mesela Ukrayna neden? bir aile bağlantısı mı var? Yoksa sektör mü orada? İstersen böyle de toparlayabiliriz?
Ukrayna, çok önceden beri orada yaşadığım için bana çok kolay gelen bir yer. Hayat burada Türkiye’deki gibi sıkıntılı değil yani.
Halbuki Amerika’dan daha krizin olduğu bir yer?
Amerika’da da yaşam zor. Orada da kendilerine göre bir yerde yerel olduğun zaman, ne kadar yerel olursan o kadar problemi daha çok hissediyorsun.
Yabancı olmakla filan mı alakalı? Tutucu bir yer mi Amerika lokalde?
Amerika lokalde tutucu değil fakat daha doğrusu ben Amerika’ya Obama zamanında gittim, Trump zamanında ayrıldım. İki farklı zamanda.
Aslında en iyi zamanda gitmişsin öyle değil mi?
Evet, Obama zamanında çok güzeldi. İnsanların hayat tarzları, birbiriyle olan ilişkileri, hoşgörü çok daha yüksekti. Sonradan Trump gelince San Francisco gibi bir yerde, insanların birbiriyle olan ilişkileri değişti. Bizde nasıl böyle şeyler olduysa o tarzda şeyler olmaya başladı. Bir de dediğim gibi hayat şartları çok daha çetin. Ben yani buradan biraz daha küçük bir yere 2600 dolar veriyordum. Yani öyle söyleyeyim. Aylık kirası çok yüksek. Sürekli bir geçim sıkıntısı herkeste var. Dışarıdan öyle görünmüyor gibi çünkü daha farklı sistemlerde yaşıyorlar. Kredi sistemiyle yaşıyorlar. Borçla. Ben öyle şeylere çok fazla alışık olmadığım için belki de o kapitalizm başta çok iyi etkiliyor, o tarafa gittiğin zaman sonradan yükünü çekmeye başlıyorsun.
Fakat Ukrayna öyle değil, çok rahat bir yer. İnsanlar belli bir kültür seviyesinde. Aşağı yukarı aynı seviyede. Özellikle Lviv. Ben şu an Batı Ukrayna’dayım. Turistik bir şehir. Çok fazla Avrupalı gidip geliyor. Klasik sanatlara verilen değer çok yüksek. Şu an mesela caz festivali var. Bütün Avrupa’dan insanlar oraya gidiyorlar. Opera, bale, tiyatro çok gelişmiş durumda. Onları da, oradaki insanlar toplum mühendisliği haline getirmişler. İnsanlara daha insani düşünceleri, hoşgörüyü filan klasik sanatlardan yola çıkarak vermeye çalışmışlar. Lviv’de sokakta yürüdüğün zaman Nietzche’den, Sokrates’ten onların düşüncelerini biliyorlar. İnsanlar birçok düşünceyi anlayabiliyorlar. Yani, hayatı biraz daha hayatı hafife alıyorlar. Daha rahat. Ben oraya gittiğimde hissettiğim şey, daha bohem bir hayat yaşamayı seviyorum.
Orada devam edeceksin? Orada Türkçe değil İngilizce olacak?
Yani, Türkçe yaptığım birkaç tane daha şarkı var. Onları da, daha ileride çıkartmak istiyorum. Zaten ben hani Türkiye’de büyük bir potansiyel olduğunu düşünüyorum. Bir kere zaten tyaklaşık doksan milyon insan, Türkçe konuşuyor dünyada. Hani onun çok büyük bir avantajı var. Onun dışında ben San Francisco’ya gittiğimde de, orada tanıştığım insanlardan aldığım feedback’ler var. Mesela birçok oranın yaşlıları bana gelip, Erkin Koray, Barış Manço, Selda Bağcan gibi -hani biz kafede oturuyoruz, çok iyi bir kafe. Plakta Selda Bağcan çalıyor. Aa dedim, Selda Bağcan- Bizim buradaki bakış açımızdan farklı olduğunu anladım. Bizim buradaki bakış açımız gibi değil çok fazla. Yeteri kadar değerini bilmiyoruz belki de. Bilmiyorum. Ama yani burada büyük bir potansiyel var. Kültür olarak. Tabii ki onun üzerine gitmek istiyorum ama onun dışında zaten benim yaptığım müzik, daha çok İngilizce sözlü müzik oldu. Bir de şu an kendime pay biçtiğim, hareket alanı Doğu Avrupa, Batı Ukrayna, Türkiye. Güzel bir market var burada. Buralarda çalsam hani, müzik yapsam benim için daha iyi. O yüzden benim mesajımı alabilecek durumda olduğunu düşünüyorum.
_
Fotoğraf: Merve Dağlıoğlu // Redakte: Sevginur Dikin)