The Ascension, Sufjan Stevens’ın soundu için bir dönüm noktası diyebiliriz. 2010 yılında yayımladığı The Age of Adz’de kullandığı uğultulu synthler ve güçlü ritimler en keskin haliyle The Ascension’da karşımıza çıkıyor. Aslında bu albüm Age Of Adz’in sound olarak biraz daha olgunlaşmaya çalışan fakat bunu da pek gerçekleştiremeyen hali.
The Ascension, Sufjan Stevens’ın daha önceki albümlerinden de tanıdığımız bir çok özelliğe sahip. Stevens her zaman olduğu gibi şarkı sözlerini hem kişisel itiraflarla hem de kültürel referanslarla doldurmuş. Buna örnek vermek gerekirse Video Game parçasında Stevens “Senin kişisel İsa peygamberin olmak istemiyorum” diye sesleniyor. America’da ise “Gazap içerisinde olan bir Yahuda gibi dudaklarını öptüm” satırlarıyla Yahuda’nın İsa’yı yanağından öptüğü ve böylece Romalı yetkililere kimi tutuklamaları gerektiğini gösterdiği İncil anlatısına atıfta bulunuyor. On iki dakika boyunca ölüm, inanç, arzu, aşk ve kıyamet gibi temaları tek bir potada eriten America bence albümdeki en güçlü parça olma özelliğini taşıyor. Bunlarla beraber henüz açılış parçası olan Make Me an Offer I Can’t Refuse ile Stevens şarkı sözlerinde umutsuzluk, pişmanlık ve inanç gibi temaları kullanırken upbeat soundunu da kulağımıza kazıyor. Stevens, albümü henüz geçen yıl taşındığı New York’un kırsal kesimindeki evinde bulunan stüdyosunda tek başına kaydetti. Kendi adıma Lamentations, Tell Me You Love Me ve Die Happy gibi görece daha sakin ve durağan şarkılarının ilhamını içerisinde bulunduğu ortamdan almış olduğunu düşünüyorum. Stevens, Sade ve George Michael’den almış olduğu ilhamı modernize edip upbeat potasında eriterek bu üç parça özelinde ortaya güzel sayılabilecek bir sound çıkarmış. Sufjan Stevens’ın yeni bir şeyler denemesi oldukça sevindirici olmakla beraber albümün birkaç olumsuz yanı da var. Bunlardan en çok öne çıkanı albümün genel hatlarıyla dinleyiciyi yorması. Bunun en büyük sebebi ise şüphesiz Stevens’ın zaman zaman kullandığı tonların ya da ritimlerin dozunu tam ayarlayamaması. Bunun en net örneklerini Ursa Major ve Gılgamesh parçalarında görüyoruz. Bu iki parçadaki elektronik müzik tınıları oldukça fazla ve kulak tırmalayıcı. Bu da dinleyiciye hoş olmayan bir tecrübe sunuyor. Yukarıda bahsettiğim America şarkısının uzunluğu parçanın akışı içerisinde bizlere dolu dolu bir müzik ziyafeti sunuyor. Sugar ise America’nın tam tersi. Parçanın oldukça uzun olması kulak tırmalayıcı seslerle birleşince şarkı katlanılmaz hale geliyor. Açık konuşmak gerekirse Stevens’ın elindeki sound çeşitliliğiyle ortaya çok daha iyi bir iş çıkarabileceğini düşünmüştüm fakat The Ascension mevcut haliyle sadece vasatı aşabiliyor. The Ascension, 2015 yılında akustik tınılarıyla öne çıkan Carrie & Lowell albümünün soundunu seven dinleyiciler için hayal kırıklığı olabilir. Yine de müzisyenlerin yapmış olduğu yeni ve deneysel işleri tecrübe etmekten keyif alan dinleyiciler için The Acension ilginç bir deneyim sunuyor.