Kendi hikayelerinden yola çıkarak yazdığı şarkılar ile dünyadaki en iyi şarkı sözü yazarlarından kabul edilen Taylor Swift sekizinci stüdyo albümü Folklore’da bizi hayal gücünün derinliklerine davet ediyor.
Kendi ismini taşıyan 2006 tarihli ilk albümünden bu yana Taylor Swift aralıksız kendinden söz ettirmeyi başardı. Öyle ki on dört senelik kariyerinde müzisyen country, pop, gotik bir stil ve politik şarkılar gibi geniş bir yelpazede dinleyicilerinin karşısına çıktı. Sekizinci stüdyo albümü Folklore’da ise müzisyen bizleri karantina döneminde hareketlenen hayal gücü ile oluşturduğu hikayelere davet ediyor. Üstelik bu defa prodüktör koltuğunda The National’dan Aaron Dessner’ın olduğu indie bir albüm ile karşımızda. Albümün adının da işaret ettiği gibi Swift’in yeni şarkılarında gerçek hikayeler kurgusal detaylar ile zenginleşiyor. Örneğin albümün en iyilerinden The Last Great American Dynasty de Rebekah Harkness’ın hikayesini anlatıyor ve en sonunda evin yeni sahibi olan Swift’in kendisini “Şehrin görebileceği en deli kadın” olan Harkness’da bulmasına tanıklık ediyoruz. Hikayedeki belirli detaylar ise tıpkı folk şarkıları ya da bizim kültürümüzdeki türküler gibi nesilden nesile aktarılmasının kaçınılmaz sonucu olarak gerçek hikayeden değişiklikler gösteriyor. Albümün tamamen karantina sürecinde üretilmiş olması ise müzikal açıdan bir sadeliğe ve yalın prodüksiyona sebep olmuşa benziyor. Swift’in piyano melodilerinin güçsüz kaldığı noktalarda Jack Antonoff ve Aaron Dessner’ın ufak dokunuşları hissedilirken kimi zaman Dessner’ın kendisinin piyanoya geçtiğini duyabiliyorsunuz. Yine de tüm abartılı detaylardan soyutlanmış melodilerde hikayeler olması gerektiği her bir noktaya uyuyor. Şunu da belirtmekte fayda var ki Taylor Swift önceki albümlerinde farklı tarzları keşfetmiş ve her defasında öteki taraftan ustalık ile çıkabilmiş olsa da vokallerinde hiçbir zaman deneysel değildi. Folklore ile farklı stilleri deneyerek uç noktalarda kendisine meydan okuyor. Bon Iver destekli Exile her ne kadar şaşırtıcı bir iş birliği olsa da iki müzisyenin güçlerinin birleştiği noktada yepyeni bir ufuk açıyor. Albümün her açıdan zirve noktaları ise lisede geçen bir aşk üçgenini anlattığı Cardigan, August ve Betty kayıtları oluyor. Kayıttaki her bir detayın birbirlerini destekleyerek bütünsel bir hikaye oluşturmasının yanı sıra her bir şarkının müzikal açıdan da bir o kadar bütün ancak karakterlerin ruh durumlarını yansıtacak kadar da farklı olması tam bir deha göstergesi. Taylor Swift’in kendi hayatının şarkılarındaki ana materyal olması çoğu zaman eleştirilere sebep olmuştu. Müzisyen bu albümde de Invisible String ve kariyerinin en iyi vokaline sahip Peace gibi şarkılarda kendi özel ilişkine selam çakıyor. Ancak albümün çoğunlukla kurgusal hikayelerden oluşması müzisyenin kariyerindeki bir nanik noktası diyebilirim. Taylor Swift her şeyi yapabilecek yeteneğe sahip. Gelecek hamlesi ise şimdiden merak konusu.