The Nest: yabancılık ve yalnızlık

Göz|

İKSV online gösterimlerinin Şubat seçkisinde yer alan Sean Durkin imzalı The Nest, İngiliz bir iş adamının Amerika’da kurduğu ailesi ve benimsediği iki farklı kültürle olan mücadelesini konu alıyor. Kapalı kapılar ardında kalan ailevî sorunlar ve Avrupa-Amerika ikiliğini harmanlayan filmin başrollerinde Jude Law ve Carrie Coon bulunuyor.

Geçtiğimiz yıldan beri COVID-19 salgını sebebiyle sıkıntıya giren sektörlerden biri de sinema oldu. Yaklaşık bir yıldır bir açılıp bir kapanan sinemaların bir kısmı maalesef maddî güçlükler sebebiyle ayakta kalmayı başaramazken bazı gösterimler, etkinlikler ve festivaller online platformlara taşınarak sanat yaşamına katkı sağlamaya devam etti.

İstanbul Film Festivali ve Filmekimi’nin sponsoru İKSV de gösterimlerini internet sitesine taşıyarak pandemi boyunca pek çok festival ve seçkiye imza attı. Film festivallerinin yanı sıra her ay farklı filmlerle online gösterimlere devam eden İKSV’nin internet sitesinden bilet alarak birkaç gün boyunca gösterime açık olan filmleri kendi cihazlarınızdan izleyebilirsiniz. Şu anda İKSV’nin Mart ayı seçkisi gösterimdeyken kaçıranlar için Şubat seçkisinin ilgi çekici filmlerinden olan Sean Durkin yönetmenliğindeki The Nest filmini mercek altına alıyoruz.

Dünya prömiyerini Sundance’te yapan film, ’80’li yıllarda ABD ve İngiltere arasında geçiyor. Zengin bir iş adamı olan Roy O’Hara (Jude Law), finansal olarak düşüşe geçmeye başladığını fark ettiğinde durumu ailesinden gizleyerek bir çıkış yolu aramak üzere eşi Allison’a yaşadıkları ABD’den kendi memleketi İngiltere’ye taşınmayı teklif ediyor. Her günün birbirinin aynısı olduğu bu evden ayrılmak için yine de çok hevesli olmayan Allison’ın uyku problemi ve sigara bağımlılığı gibi sorunları aslında her şeyin pek de yolunda gitmediğinin sinyallerini baştan veriyor. Roy, İngiltere’de devasa bir malikane kiralayarak ailesiyle birlikte buraya yerleştikten sonra ödenmemiş faturalar ve karşılıksız çeklerin eşi Allison (Carrie Coon) tarafından fark edilmesiyle aile yavaş yavaş çöküşe doğru ilerliyor.

Yeni eve ve okuluna alışmakta zorlanan Benjamin (Charlie Shotwell) ve Allison’ın önceki ilişkisinden olan sorunlu kızı Samantha (Oona Roche) da bu maddî ve manevî çöküşten nasibini alıyor. Görünüşte son derece lüks bir hayat süren O’Hara ailesinin aslında kocaman bir yalanın içinde yaşadıklarının ayırdına varmaları ailenin her bir ferdini derinden etkiliyor. Allison ve Roy’un ilişkilerinin sevgiden çok ekonomik bir ilişki olduğu gerçeğiyle yüzleşmesi, filmin geçtiği iki ülke arasındaki geleneksel farklılıklar tarafından da körüklenerek hırs ve açgözlülüğün kurbanı olan iki karakter bırakıyor elimizde.

Filmin anlatısı her ne kadar bir aile draması gibi şekillense de devasa malikanenin yarattığı gizemli yalnızlık duygusu, aile içindeki şiddetli kavgalar ve birer birer ortaya çıkan yalanlarla film seyircide kimi zaman gerilim duygusu uyandırıyor. Roy’un ailesinden ve iş arkadaşlarından gizlediği maddî çöküş, karakterin aslında sahip olmadığı bir hayatı yaşadığını görmemizi sağladığında gerilim en üst seviyeye ulaşıyor. Evden gelen sesler ve evin içinde birbirinin farkında bile olmadan yaşayan bireyler aslında gerçekten kabus gibi bir aile temsili sunuyor.

Bu gerilimin içine uyumla yedirilmiş liberalizm eleştirisi de ekonomik politikaların bireyler üzerindeki etkilerini gözler önüne seriyor. Güzel sarışın eşi, özel okullarda okuyan çocukları ve lüks villasıyla Amerikan Rüyasını yaşayan bir Avrupalı olan Roy, bu liberal rüyanın ani çöküşüne engel olmak üzere çözümü geldiği yerde, İngiltere’de arıyor. İngiltere’deki aşırı resmiyet ve yapmacıklıktan sıkılan Allison ise yalnızca malikanenin içinde değil, yabancısı olduğu bu ülkede giderek yalnızlaşıyor.

Yer yer biraz fazla kaçıp tekrara düşen motifler can sıkıcı olsa da akıcı olay örgüsü, gözetleyici kameranın yarattığı gerilim etkisi ve ’80’ler ruhunu tamamen yansıtan sinematografisiyle The Nest, 2020’nin başarılı filmlerinden biri.

Comments are closed.