Tindersticks – No Treasure But Hope

Albüm Kritik|

Üç yılın ardından dinleyicisiyle buluşan Tindersticks açılış parçasından kapanış parçasına kadar neredeyse bir tane bile boşu olmayan bir çalışma ortaya koymuş. Bir çok duygunun iç içe girdiği No Treasure But Hope’u yakından inceliyoruz.

Tindersticks’i birkaç kelimeyle anlatmam gerekirse bunlar kasvet, kalp kırıklığı ve yalnızlık olur. Bütün bu kavramlar Stuart Staples’ın bariton sesiyle buluşunca ortaya müzikal bir ziyafet çıkıyor. Tabii Dan McKinna’nın da neredeyse piyanoyu ağlattığı parçaları da unutmamak gerek. Tindersticks’i bu şekilde tasvir etmem yukarıda saydığım insanlık namına olumsuz olan duygulara bir güzelleme değil. İnsanlar bu tür hissiyatlara her ne kadar kötü olarak baksa da bunlar yaşadığımız hayatın gerçekleri. Tindersticks yapmış olduğum tasviri hem lirikal, hem de müzikal olarak güzel bir şekilde kotarıyor. Tindersticks dinlemek ölüme ya da yalnızlığa sürekli olarak övgüler sıralayan ve bunu yaparken bol miktarda Amerika’nın geçmişinden ve vintage efektlerinden faydalananları dinlemek gibi bir şey değil. Tindersticks dinlemek dozunda ve kararında bırakılmış kaliteli bir dram filmi izlemek gibi. Vıcık vıcık, yapış yapış değil. Oldukça duru ve güzel. En azından benim için durum bu şekilde. No Treasure But Hope kırk altı dakika boyunca sizi aşk, güzellik ve melankolinin uç noktalarında gezdiren bir çalışma. Bazı dram filmlerinde yönetmenler yoğun duygusal sahnelerin hemen arkasına izleyiciyi tebessüm ettirecek başka bir sahne koyar. Müzikal anlamda da Tindersticks bunu yapıyor. Melodik olarak yoğun ve melankolik duygular hisettirirken araya serpiştirdikleri huzurlu melodilerle ruh durumunuzu dengeliyor. Yine de görece huzurlu kabul edebileceğiniz melodilere bile taşıması zor şarkı sözleri eşlik ediyor. Yukarıda bahsettiğim denge sağlama meselesine albüm boyunca birkaç kere denk geliyoruz. Örneğin karanlık piyano tonlarıyla başlayan ve ilhamını Saite’den ya da Ravel’den almış gibi duran For the Beauty’nin arkasından gelen The Amputees gibi ya da Trees Falls’u takip eden Pinky in the Daylight gibi. Pinky in the Daylight albüm boyunca süre gelen keder ve melankoliden pek nasibini almamış bir çalışma. Oldukça naif bir şekilde başlayıp parça içerisinde kimsenin başına kötü bir şey gelmeden son buluyor. The Amputees’e geri dönecek olursak Stuart Staples hüzünlü vokallerini neredeyse neşeli bir hale çevirmiş gibi. Staples albümdeki şarkılarının büyük bir bölümünü Yunanistan’da bulunan Itaka adasında yazmış. Pek turistin uğramadığı ve adeta zamanda asılı kalmış olan bu büyülü Yunan adası doğal güzellikleriyle biliniyor. Okaliptüs, çam ve zeytin ağaçlarıyla bezeli bu adadan çıkan şarkıların doğaya ve güzelliğe övgü niteliğinde olması ise sürpriz değil. Toparlamak gerekirse No Treasure But Hope vermek istediği duyguları net bir şekilde ileten bir çalışma. Sakinliğin, huzurun ve melankolinin iç içe geçmesinden keyif alabilecek herkesin de mutlaka dinlemesi gereken bir albüm.

Comments are closed.